22 Haziran, 2007

“Kendine demokrasi”, demokrasi değildir

Cumhurbaşkanlığı seçimi yarışında son düzlüğe yaklaşıyoruz. Ve toplumda, Onpunto’da “demokrasi” tartışmaları arttı. 14 Nisan Mitingi de bu tartışmaların büyümesine katkı sağlıyor.

Ve bu konudaki sorun ve sorular “Demokrasi araç mıdır, amaç mıdır?” biçimine kolaylıkla dönüşebiliyor.

Soru, demokrasiyle ilgili sıklıkla böyle ortaya konuyor. Ama soru yanlış! Demokrasi, ne araçtır ne de amaç. Demokrasi, hepimizin ayaklarını bastığı zemindir. Çok fark etmeden, hep birlikte durabildiğimiz hayat alanımızdır. Eskiden, her 10 yılda bir, “siz bu ‘alan’da birlikte duramıyorsunuz, ben size duracağınız yeri göstereyim” diyenler, zemini ayağımızın altından kaydırırlardı.

Bu durumda, sadece demokrasinin hayatı değil, hepimizin hayatı kayardı. Önce anlaşılmazdı, ne kaydı: Ta ki gelirlerindeki azalma, sendikal haklardaki daralma, gelir dağılımındaki bozulma, sağlık, eğitim koşullarında gerileme vs. fark edilene kadar…

Demokrasiyi araç zannedenler, kaybettiklerini “niye kaybettik” diye sorgulamak yerine, “geçiş dönemi”ne odaklanır, demokrasiyi “amaç” edinirlerdi. Hangi demokrasiyi? Elbette, “kendine” demokrasiyi.

“Kendine demokrasi”, bu ülkedeki insanların, maalesef, büyük çoğunluğunun özlemidir. Hem araç, hem amaçtır, onlar için demokrasi. Amaçtır, “faşist” demokrasi, teokratik “demokrasi”, otoriter “demokrasi”, komünist “demokrasi”, laikçi “demokrasi” vb. neyse bunlar, ister dururlar. O nedenle de istedikleri demokrasiye geçmek için “demokrasi” araç, aynı zamanda istedikleri “demokrasi” de amaçtır.

Demokrasi, çok talihsiz bir rejimdir. Temellerini, özgürlükleri, eşitliği, laikliği ve hukuku(adaleti) koruyarak, bu amaç ve araç saplantısı içinde herkese ortak zemin olma gayretini sergiler. Ama büyük çoğunluk, ne yaparsanız yapın “kendine” demokrasi ister.

Demokrasi, insanoğlunun Antik Yunan’dan beri denediği, ama hala en zorlandığı yönetim biçimidir: Tahammülsüzlüğü adet haline getirenlere tahammül gösterir. Bir yandan “tahammülü”/”hoşgörüyü” birlikte, ama farklı düşünerek yaşayabilme iradesini gösterir, diğer yandan kendi temellerini kemirenlerin “fikirlerine”, hayat hakkı tanımaya çalışır. Bilir ki “en uç” fikirler, akımlar, yönelimler bile kendini zenginleştirebilir, geliştirebilir.

Demokrasi, siyah-beyaz arasında gidip gelenlere, “gri” seçeneğini sunanlara, “belki başka renkler de vardır”, deme şansıdır. Demokrasi, “belki” diyebileceğiniz bir yönetim sistemidir. Hatta, uğraşılırsa kendi renginizi “seçebileceğiniz” haklar manzumesi sunar: Fikrinize, eyleminize, yöneliminize, ifade yeteneğinize “şiddeti/nefreti” bulaştırmadığınız sürece…

“Kanlı mı olacak, kansız mı” deme şansı sağlar, ama diyenlere, bunun “ödettirilmesi” şansını da. Demokrasinin kendini koruma reflekslerindeki “şiddet”, elbette uygulayıcılarının “ufku”, hukuk düzeninin adil olmasıyla ilgilidir.

Ancak “kendine” demokrasi, “Amerika’yı tekrar keşfetme” derdinden muzdariptir ülkemizde. Yüzyıllardan gelen birikimi, bilgiyi ve en çok da “halkı” yok sayar, arsızca. Utanarak izlersiniz, “korku bezirganlığını”, bazen bir profesörün dilinde, bazen bir siyasi partinin genel başkanının demecinde, bazen bir köşe yazısında…

Uzatmayalım, ülkemizde Cumhurbaşkanlığı seçimine giderken elbette “demokrat” olmak, “korkunun” egemen kılınmaya çalışıldığı bir süreçte zordur, bunu tartışmak daha da zordur. Fakat, imkansız değil.

Demokrasiyi, halkın “hayat alanını” korumak, cesaret ister, emek ister, umut ister, direnç ister, “bilinçli yurttaş” ister, ister de ister… Kimsenin kimseye zırnık koklatmadığı bu devirde, üstelik.

onpunto / 10.04.2007

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails