22 Haziran, 2007

Bedavaya “Demokrasi” Yok!

Demokrasi tartışması tüm verimliliği ile sürüyor. Herkes eteğindeki taşları, “dalları” döküyor. Ağaç metaforu, uygun bir “zemin” sağlıyor aslında tartışma için. Sayın Kemal Öncü’nün ilerlediği yoldan devam edelim.

Demokrasi, somuttan soyut düşünceye geçen toplumlarda yaşamaz ve var olmaz sadece. Zaten böyle bir ön koşulu da yoktur.

Ama kendini somuttan soyuta geçerek “aydın” görenler için bazı temel koşulları vardır. Örneğin somuttan soyuta düşünme yeteneği olanlar, somutla soyutu karıştırmamalı, “paradigmalarının” dışında bir anlayış olabileceğini ön görebilmelidir. Aynı zamanda “soyutlamayı” demokrasi için ön koşul görenlerin, kimi grup ve düşünceleri toplumdan “soyutlamamaları” beklenir.

“Bir demokraside siviller ve sivil kurumlar/anayasal kurumlar demokrasiye sahip çıkmazsa askeri darbe için uygun bir ortam oluşur” dediğinizde “demokrasi düşmanı/ darbe yanlısı/darbe şakşakçısı” suçlamaları yağmur gibi yağar." diyorsunuz.

Hayır yağmaz! Yağıyorsa başka bir şeylere de bakmak gerekir. Kimi “siviller” ve “sivil kurumlar/anayasal kurumlar”, halk tarafından seçilmişlere, seçim sistemi ve hukuk sistemi açısından “meşru” kişilere “haddini” bildirmek için konuşuyorlarsa, onlara demokrasi sadece “haddini bildirme” değil “haddini de bilme” rejimidir, hatırlatması yapılabilir.

Tüsiad’a söz hakkı verenlerin, rektörlerden söz hakkını esirgemesi elbette söz konusu bile olamaz. Sivil toplum yürüyecek, konuşacak, eleştirecek. Ama kendisinin araması gereken çözümü, sırtını askere dayayan demeç ve önerilerle arama kolaycılığına girmeyecek.

Bekir Coşkun’un yazısına gelince, sadece bu yazısı değil, bir okuru olarak uzun zamandan beri yazdıklarını üzülerek okuyorum. Hatta daha önceki bir yazımda kendisi gibi düşünenlere özellikle atıfta bulundum. Dedim ki: “Her daim, dilinden demokrasiyi düşürmeyen, halkı “tercihlerini” ve "seçimlerini" sürekli küçümseyen, tehlikeye düştüğünü iddia ettikleri “cumhuriyeti” ordunun çıkaracağını umdukları “ses”le kurtarma telaşında olanları kastetmiyorum sadece. Onların çoğu da “nerden çıkarıyorsunuz, ben darbelere karşıyım, darbeler ülkemizi hep geri götürdü, diyorum ya!” stepnesini yanlarında taşımayı tercih ediyorlar. O da olmazsa “halk beni anlamadı, zaten anlayamaz” oluyor, bahanemiz.”

Ben Coşkun’un “samimi okurlarım bile niye beni böyle anladı, gülüm” sorusunun yanıtını “zaten beni isteseler de anlayamazlar, çünkü saflar” da aramak yerine “acaba ben ne anlatıyorum, ne yazıyorum uzun zamandır. Yazdıklarım “demokrasi”yle bağdaşıyor mu gülüm?” sorusunda aramasını tercih ederdim. Ama biliyorum ki bu da çok zor.

Bu ortamda “sadece” laik cumhuriyetin çocuklarından “ses” istemek, “demokratik cumhuriyet” olmak için daha emekleyen bir bebeğin, (ülkemizin) 4. kez (28 Şubat postmoderndi!) öldürülmesinden başka bir şeye yaramaz.

Ve gelelim “felsefe” turuna. Rahatlıkla “totoloji” olarak nitelenecek, görüşler, “analizler”.

Türkiye’de “demokrasi” vardır. Ama bu “demokrasinin” pek çok kusuru, eksiği de vardır. Değindiğiniz kusurların büyük bir kısmı, malumun ilamı niteliğinde. Ve elbette değişmesi arzu edilecek kusurlar.

Benim için en önemli kusur ise demokrasimizin askerlerin vesayeti kadar büyük bir problemi olan, “iki dudak demokrasisi”dir. (ltf. bu konudaki yazıma da bkz.)

Bu kusurlar var diye, “ askeri darbe” meşru olamaz. İki dudak demokrasisi de parlamentodaki “temsil” sorunları da, Anayasa, seçim sistemi ve siyasi partiler yasalarında yapılacak değişikliklerle halledilebilir. 24 yıldır çözülmeyen sorunların faturasını mevcut “iktidara” çıkaramazsınız.

Sorunları, beğenmediğimiz partiler “iktidar” olduğu, onların genel başkanlarının “cumhurbaşkanı” olma olasılığı belirdiği zaman, birden “milli iradenin” olmadığını hatırlayarak çözemezsiniz.

Çözmeye çalışırsanız, işte o zaman demokrasi ağacının ne dalı, ne yaprağı kalır. Bu çözüm, ağacın köküne baltanın inmesi anlamına gelir. Ve bu ağaç, her zaman olduğu gibi hepimizin üstüne devrilir.

İnsanımızın iradesini özgürleştirmek, darbecilerin değil, bizim elimizde. Elverişli koşulları, sağ-sol, türbanlı-türbansız, Alevi Sünni Kürt birlikte yaratacağız. Ama önce “demokrasi”nin yanında durarak: Gerekirse, laikliğe, özgürlüklere, adalete halel getirmeye, şeriatı egemen kılmaya çalışan iktidarlara, gerekirse iktidar heveslerini bize çözüm diye yutturmaya çalışan darbecilere karşı durarak. Emek vermeden, mücadele etmeden, direnmeden, bedavaya “demokrasi” yok!

Mücadeleyi, çözümü, beğenmediğiniz halkın “profiliyle” sağlayacağız. Askerleri rahat bırakıp, asli işleriyle uğraşmalarını sağladığımız zaman sorunlarımızı daha rahat çözebileceğiz. Kimi “sivil paşa” olma niyetlilerinin, korku bezirganlığıyla değil. Çözüm, “demokrasi”de, çünkü başka “halk”, başka “Türkiye” yok.

Bunu kavrayabildiğimiz zaman, aynen dediğiniz gibi, demokrasimiz için torunlarımız, bir umut çocuklarımız “kostaklanacaklar”.

Sayın Kemal Öncü'nün "Demokrasinin yürürlük tarihi" adlı yazısı için: http://onpunto.com/ShowBlog.aspx?Web=gaffarabla&CId=44859

Not 1: Tartışma adabıyla ilgili görüşlerim “Kimse kimseyi duymuyor ve “Türkiye’de bir konuyu tartışamamak” adlı yazılarımda mevcut. Bu konuda çok bir şey yazıp tartışmanın eksenini kaydırmayacağım. Yani benim için “onu öyle demezler….” düzeyine inilmemesi yeterli.

Not 2: Tekrara düşmemek için iki yazımdaki görüşlerimi burada tekrarlamadım. Uzunluklarına aldırmadan o yazılara da tekrar göz atarsanız sevinirim: “kendine demokrasi” ve “demokrasiden korkan demokratlar”…

Onpunto / 12.04.2007

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails