22 Haziran, 2007

Bir duvar yazısı: Ulusal egemenlik*


Uzun bir yazıya hazır olun!

Gelecek hafta, bir 23 Nisan’ı daha kutlayacağız. Sevinecek küçükler, yine anlaşılmaz bir biçimde övünecek büyükler. Nutuklar atacaklar, milli iradenin üstünlüğü üzerine. 23 Nisan, bu nutuklarla kutlu olacak mı? Hayır, yine olmayacak. Böyle giderse hiçbir zaman da olmayacak.

Egemenlik, uzun yıllardır milleti basit bir “tasdikçi” konumuna indirgeyen, siyasi partiler ve seçim yasaları yüzünden hiçbir zaman kayıtsız ve şartsız milletin olamadı. Parti liderleri ve ekiplerinin elinde biçimlendi, önümüze sürülen aday listelerinin neredeyse tümü: Milletvekilleri, belediye başkanları, delegeler, il-ilçe başkanlıklarında siyaset yapanlar…

Hatırlar mısınız:
Başbakanımız geçen yıl ki 23 Nisan sonrasında Meclis’te, grup salonunda, yaptığı konuşmada “Egemenlik kayıtsız şartsız milletin olacak, duvarda değil milletin kendisinde olacaktır. (Milletvekilleri ayağa kalkarak alkışladı) … Bugün hukuka demokrasiye gölge düşürmeye yeltenenler, egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu gerçeğini içine sindiremeyenlerdir” demişti.

Umutlanmış mıydık peki? Başbakan, egemenliğin millette olmadığını biliyor, diye. Hatta “egemenliğin” bir duvar yazısı olduğunu söylediği için. Egemenliği kendinde vehmeden bürokratik yapıları veya bazı kurumları eleştirdiği için. Elbette, hayır!

Çünkü uzun yıllardır “egemenlik”, tüm siyasi partilerin genel başkanları ve “ekiplerinin” elinde: Meclis’te veya Meclis dışında hiç fark etmiyor.

Asıl “egemenlik”, liderlerin ve onların iki dudağının arasında: Demokrasimizin üzerindeki asıl gölgeyi, siyasi partiler ve seçim yasalarını harfiyen koruyan, bu yasaların yarattığı vesayet rejimini içlerine sindiren, millete, vekillerini seçimden önce de “seçme”, aday olup yarışma hakkını çok gören, kendi hazırladıkları listeleri onaylatan liderlerin.

23 Nisan, hepimiz için, en anlamlı bayram. Neden?

Egemenliğin kayıtsız ve şartsız milletin olduğunu ilan ettik, 23 Nisan 1920’de. Osmanlı’daki teokratik devlet anlayışına kaynaklık eden “ilahi iradenin” yerini “ulusal irade” aldı. TBMM’sini kurduk, milletin kurucu iradesini, cumhuriyetimizin, demokrasimizin tam merkezine yerleştirme şansı yakaladık.

Şansı yakaladık, ama sonra, uzun yıllar bir daha bu şansla buluşamadık. Milletin iradesini kullanma biçimi olan siyaseti, siyasi partilerin genel başkanları ve ekiplerinin iradesine terk ettik. İcazeti kabul etmeyen, liderlere boyun eğmeyen yurttaşlarımızı, neredeyse tüm toplumu siyasetten yasaklı hale getirdik.

Böyle giderse, milli irade, hiçbir zaman tecelli edemeyecektir. Ulusal egemenlik, kayıtsız ve şartsız “iki dudağın” arasına sıkışmaya devam edecektir. “İki dudak demokrasisi”nin gölgesine Avrupa Birliği de rahatsız olmadan sığınmakta, zorladığı reformlarla bu gölgeden yararlanmanın ötesine geçmemektedir.

“Bu düzen değişmelidir!” diye yola çıkan liderlerin bile, yıllarca iki dudakları arasına sıkıştırdıkları “siyaset”, Türkiye’de milletten kopuk oynanan bir oyuna dönüştü. 1950’de sandıktaki oyunu kurtarmayı başaran millet, neredeyse 60 yıldır, genel başkanlar ve ekipler oligarşisine kaptırdığı, özgür iradesiyle siyaset yapma ve seçme hakkını kurtarmayı başaramadı.
Sandıkta kapalı oy, açık sayım özgürlüğü, bir adım öteye taşınamadı. Kimi genel başkanlar ve dar arkadaş gruplarının hazırladıkları listeleri onaylamanın ötesine geçemedi. Türkiye’de parti-içi demokrasi, demokrasiden korkan “demokratlar” sayesinde, bir siyasi parti içinde olmayan yegane şey oldu.

1950’den beri Türk Milleti, “tasdik” dayatmasına karşı bir alternatif oluşturamamıştır. Milletin oyuyla gelmek, emaneti devralmak, milletin kararıyla oluşan yüce irade gibi, her seçim söz konusu olduğunda edilen süslü sözler, asıl “irade”nin sahibinin hep üstünü örtmüştür. Bazı istisnalar dışında, neredeyse tüm seçimlerde, kendi milletvekillerimizi, belediye başkanlarımızı seçmiyor, belli ilişkiler ağı içinde adeta atanan adayları, sadece onaylıyoruz.

Sonra, her 23 Nisan’da neşe doluyoruz!

Ulusal egemenlik, Türkiye’de her yıl bayramı kutlanan bir rüyadır. Genel başkanların insafına terkedilmiştir. Evet, artık bir “duvar yazısı”dır. Yıllardır milli iradenin “tecelligahında” yer alan, Atatürk’ün “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” vecizesinin, “sağına”, “soluna”, hatta üstüne görünmez mürekkeple şu notlar düşülmüştür: İstikrar, uyum, parti disiplini, grup kararı, atama, ortak liste, delege ağalığı, ihraç, parti tüzüğü oyunları, görevden alma, merkez yoklaması …
Biliyorum, umutsuz olmanın kimseye faydası yok.

Hem Başbakanımız geçen yıl ki grup konuşmasında dememiş miydi: “…bugün üstü örtülmeye çalışılan kimi gerçekler, millet tarafından hep bir ağızdan söylenecek. O geleceğin milli egemenlik haftalarında bu ülkede milletin sesinden başka ses yankılanmayacak…”

Başbakan böyle demişti.

Demek bir gün, millet, kendisine ait egemenliği kullanan liderlerin ve ekiplerinin insafına kalmayacak. Siyasi partiler ve seçim yasası tam anlamıyla demokratikleştirilecek. Milletin iradesi, siyaset yapanların hakları, yargının, hukukun teminatında olacak. Milletin vekilleri, “iki dudağın” icazetini değil, milletin oyunu arayacak. Siyasette ehliyet ve liyakat, itaat ve sadakatten önde yer alacak.

Ülkemiz "İki dudak demokrasisi" değil, gerçek bir “demokrasi” olacak. Bir gün, “çocuklarımız” için…

Bir gün…

Olsun, “bir gün” diyebilmek, güzel şey!

* Her yıl aynı yazıyı yazmak zorunda kalmak, insanı umutsuzluğa sürüklüyor.
Onpunto / 21.04.2007

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails