17 Şubat, 2020

İki Dudak Demokrasisi ve Demokratik Siyaset



Güçlü parlamento, gerçek milli irade ile seçilmiş milletvekili ile mümkün…

Parlamenter demokrasiden “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adında bir tür başkanlık rejimine geçtiği tarihten bu yana Türkiye, yeni rejimin sıkıntılarını yaşamayı sürdürüyor. Bir başkanlık rejimi olarak literatürde yer almayan Türk tipi “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” (CHS) Türkiye’yi sadece bir parlamenter sistem olmaktan çıkarmadı. Temelde kuvvetler ayrılığının en güçlü biçimde yaşandığı başkanlık modellerinden birine değil, “tek adam”ın yasama, yürütme ve yargıyı doğrudan etkileyebildiği veya etkisinin, gücünün hesap edilemediği bir rejime sürükledi.

Peki, bu durum Türkiye için beklenmedik bir gelişme mi? Bu sorunun yanıtı: Hayır!

“Tek Adam Rejimi”ne adım adım varıldı

Türkiye, çok uzun yıllardır, hatta çok partili hayata geçtiğimiz tarihten bu yana aslında bir tür “Tek Adamlar Rejimi.” Özellikle 1980 askeri darbesinin ardından Türkiye’de askıya alınan parlamenter sisteme tekrar geri dönüş yapıldığı zaman artık kurulan sistem bir demokrasi değildi; bunun aksine, tam anlamıyla “Tek Adamlar Rejimi”ne, diğer deyişle bir “iki dudak demokrasisi”ne zemin hazırlanmıştı.

Türkiye’de siyaset yapmak, “iki dudağın” icazetine mahkum olmaktır. Bu dudakların birbirinden farkı yoktur; sağ, sol, merkezde olmak fark etmez. Bu “dudaklar”, hangi ideolojiden olursa olsun, kendinden başkasını konuşturmaz; dinlemez; kendi bildiğini söyler ve uygular!

Uzun yıllar askeri/bürokratik vesayetten yakınanlar, liderlerin sultasına indirgenmiş ve siyaset yapmayı belli kişi ve zümrelere boyun eğme, itaate ve sadakate dönüştürmüş bu yapı ile kol kola, Türkiye’nin yıllardır gerçek bir “demokrasi”ye kavuşmasını engellediler. Üstelik bu, iktidarda veya muhalefette olsun, tüm siyasi partilerin içinde yer aldığı değişmez bir sarmal.

Siyasete katılarak Türkiye’yi dönüştürme yolunda istekli, genç, eğitimli, donanımlı kitlelerin uzun yıllar siyasetten uzak tutulma ve durma süreci de böyle gelişti. Siyaseti millet nazarında “kötü” yapan önemli nedenlerden biri de, lider ve ekibine “boyun eğmeden”, tabi olmadan özgür ve bağımsız düşüncelerle siyaset yapılamamasıdır. Bunu yıkmayı deneyenler, kabullenemeyenler ya tasfiye olmakta, ya siyasetten uzaklaşmakta ya da siyasete hiç adım atmamaktadırlar.

1980 sonrası asker denetiminde kurulan parlamentoda partiler ve milletvekilleri darbeci generallerin yer aldığı Milli Güvenlik Konseyi’nin belli bir onayının ardından milletin karşısına çıkabilirken, “tam demokrasi”ye geçişle bu onay kalktı diye düşünüldü. Ancak her zaman bir biçimde var olan “onay” aşaması sadece yer değiştirdi; askerlerin yerini tümüyle partilerin genel başkanları ve ekipleri aldı. Buna yol açan da 1986’da Meclis’te tartışılan seçim yasasından ön seçim zorunluluklarını kaldıran değişiklikleri savunan ANAP’ın milletvekilleri oldu. Bu değişikliklerin kendilerini de “kapıkulları”na çevireceği uyarılarına rağmen, ANAP milletvekillerinin oylarıyla seçim kanunu değişti. (1)

Ön seçimi mecburi kılan 1983 seçim yasasındaki bu değişimle aslında bir “sivil” darbe yaşandı. İki dudak demokrasisinin tohumları Turgut Özal’ın yaptırttığı yasa değişiklikleriyle kalıcı bir biçimde atıldı. Milletvekillerini “kapıkulları”na dönüştüren çarpık düzen, bugüne kadar tüm hükümetler tarafından da sürdürüldü.

Türkiye “iki dudak demokrasisi”nin her zaman çeşitli biçimlerde yaşandığı bir sisteme sahip oldu. Ancak bu sistem, 1980 sonrasında tamamen içselleştirildi. Öyle ki Türkiye; “lider sultası”, “lider oligarşisi” ve benzeri isimler altında sistemin özüne, sonuçlarına yönelmeyen küçük eleştiriler ve parti içi demokrasiyi tamamen yok eden bir siyasal partiler ve seçim yasası yüzünden bugünlere göz göre göre sürüklendi.

29 Ekim 1923’te başlayan parlamenter hükümet sistemi süreci bazı kesintilerle de olsa hep yaşadı. 2007 yılında yapılan anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi sağlandı. Böylelikle parlamenter sistemdeki devlet başkanının Meclis tarafından seçilmesi uygulaması son buldu ve parlamenter sistemden tamamen uzaklaşıldı. 16 Nisan 2017’deki anayasa değişikliği ile de, Türkiye’de parlamenter sistemden iki dudak demokrasisine geçişi iyice tescilleyen CHS oluşturuldu.

Demokrasinin içi çoktandır boşaltılmış, ortada sadece biçim kalmıştı

Şu anda eleştirilen “Tek Adam Rejimi”nin köklerini yıllarca sulayan, aslında iki dudak demokrasisidir. İki dudak demokrasisini şöyle tanımlayabiliriz: Milletin iradesinin yerini, siyasi partilerin genel başkanları ve ona yakın bir ekibin aldığı, demokrasinin biçimsel “oyuna” dönüştüğü bir vesayet rejimi. Milletvekilleri doğrudan halk tarafından seçilmez. Önce partinin genel başkanı (lideri) ve kendisine yakın bir ekip, milletvekili aday adayları arasından milletvekili olabilecekleri tek tek belirler.

Liderin iradesi dışında kimse, seçimlerde “seçilebileceği” yerden aday olamaz. Yerel veya genel seçimlerde de adaylar, aynı biçimde merkez yoklaması, eğilim yoklaması vb. adı altında tamamen anti demokratik bir süreçle belirlenir. Bunu aşarak “ön seçim” yapan bazı partiler olmakla birlikte, bu ön seçimlerde de genellikle yine genel başkan ve ekibinin kontrol ettiği delege sistemiyle (delege ağalığı) farklı, demokratik bir sonuç almanın çok zor olduğu ortadadır. Seçimlerde halk, “seçilmiş” milletvekillerinin arasından “seçilecek sıralara” konmuş adayları tasdikler.

İki dudak demokrasisinde milletvekillerinin temel işlevi, büyük çoğunlukla yasal prosedürün işlemesi için gereken parmak hesabını denkleştirmekten ibarettir. Yasama organının üyesi gibi değil, yürütmenin emrinde bir “tasdik aracı” olarak çalışır, milletvekilleri. Hele tek parti iktidarı söz konusuysa, sadece inip kalkan ve alkışlayan bir “el” haline dönüşürler. Buna direnen milletvekillerini sadece disiplin işlemleri değil, “dava”ya ihanet, hatta ihraç işlemleri de beklemektedir.

Öyle bir durum ki bu; sadece milletvekilleri değil, partilerin tüm organları, il, ilçe başkanları, belediye başkanları asla genel başkanlara rağmen seçilemez. Seçilirse ilerde “kan uyuşmazlığı”, “ortak dil oluşturamama”, “genel merkezin hızına yetişememe”, “parti disiplini” vb. gerekçelerle ya görevden alınır ya da istifa etmek zorunda bırakılır. Çünkü bu düzende partilerin liderleri olmaz, liderlerin partileri olur.

Yakın geçmişte bunun en belirgin örneklerini “metal yorgunluğu” bahanesiyle görevden alınan bazı büyükşehir belediyelerinde yaşamadık mı? Örneğin 2014 yerel seçiminde 4 milyon İstanbullunun oyunu alan kişi, %47,9 oy alan ve girdiği her seçimi kazanan Kadir Topbaş somut hiçbir gerekçe göstermeksizin şu sözlerle istifa etti: “Partim ve sayın genel başkanım uygun gördüler ve 2004 yılında İBB başkanlığı görevini bana uygun gördüler. Partimin her kademesindekilere teşekkür ediyorum. İstanbul gibi müjdelenmiş bir şehre başkanlık yapma onurunu bana yaşattılar.” (2) Aslında şöyle dedi: “Beni İstanbullular seçmedi, hep genel başkanım seçti, şimdi de o istifa et diyor, ben de gidiyorum.”

Burada ironik bir örneğe değinmemek çok eksik olacaktır. Türkiye’de iki dudak demokrasisine en ağır eleştiriler yine bir genel başkandan Kemal Kılıçdaroğlu’ndan geldi. CHP Genel Başkanı 2013 yılında milletvekillerine yönelik yaptığı grup konuşmasında aynen şöyle dedi: “Siyasal Partiler Yasasını getirin değiştirelim. (Alkışlar) Açıkça söylüyorum, lider sultasına son verelim diyorum. (Alkışlar) Milletvekillerini kim seçiyor? Oturuyor liderler masanın başına yazıyoruz isimleri alt alta, vatandaşın önüne koyuyoruz, ‘Bunlara oy vereceksin’ diyoruz. Bu mudur demokrasi?”(3) Kılıçdaroğlu 2014’te de benzer sözleri tekrarladı. Ancak daha sonra CHP de -bazı yerlerde ön seçim yapsa da- milletvekillerini “merkez yoklaması”yla tespit etmeyi sürdürdü.

Mevcut iktidar partisi AK Parti’den kopan ve biri partileşen diğeri partileşme sürecinde olan her iki grup da, kopma gerekçelerinin temelinde bu büyük problemin yattığının çok iyi farkındalar. Liderin mevcut partiyi adeta tapulu arazisi gibi gördüğünün ve kendi anlayışı dışında en küçük muhalefet, oluşum veya kişiye izin vermediğinin somut örneklerini yine yaşıyoruz.

Gelecek Partisi’nin Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, açıkladıkları kuruluş programında bu duruma şöyle işaret etti: “Parti olarak lider kültü ve edilgen kadrolar anlayışına dayanan siyaset tarzını reddediyoruz. Bunun Türkiye’ye ve siyasete nasıl irtifa kaybettirdiğini trajik örnekler üzerinden deneyimliyoruz. Bunun yerine partimi,z irade sahibi ve sorumlu liderlik, güçlü kadrolar, kolektif akıl ve dinamik kitle etkileşimini esas almaktadır.Türkiye’ni,n siyasetin alanını genişletecek ve parti içi demokrasiyi tahkim edecek yeni bir siyasi partiler düzenine ihtiyacı vardır. Bu amaçla, demokratik bir Siyasi Partiler Kanunu hazırlanacaktır.”(4)

Benzer sözleri, kuracağı partiyle ilgili bilgi verirken Ali Babacan da şöyle dile getirildi: “Türkiye’de parti disiplini ile parti içi demokrasi arasında ciddi ikilem söz konusu. Parti içi demokrasi, özeleştiri mekanizmaları çalıştırılmayabiliyor. Siyasi Partiler Yasası’nda mutlaka parti içi özeleştiri, demokrasiyi işletecek bazı mekanizmaları, süreçleri mecbur hale getirmek. Bu kültürün değişmesi lazım.”(5)

Bu antidemokratik siyasi parti düzeni sayesinde “askeri/bürokratik vesayet” de uzun yıllardır daha rahat egemenlik kurarken, devleti içerden ele geçirme çabalarına karşı milleti çaresiz bırakan “siviller” Türkiye demokrasisinin hep emekleme çağında kalmasına da yol açtılar. Devletin birçok kurumunu tümüyle ele geçirmeye çalışmış ve adeta içini boşaltmış Fethullahçı, terörist bir yapının bu kadar rahatça mesafe alabilmiş, korunabilmiş olmasının ardında da iki dudak demokrasisini aramak hiç yanlış olmayacaktır.

Tek adamın her şeye karar verdiği, yönlendirdiği, kabul ya da ret ettiği bir yapıda, demokratik bir eleştirinin bile esirgendiği, tahammül görmediği bir ortamda, otoriter ya da totaliter arayışların, komploların filizlenmesinden daha doğal ne olabilir?

Güçlü temsil / güçlü vekil parlamenter demokrasinin önkoşuludur

Şimdi yeni kurulan siyasi partiler de muhalefet partileri de tıkanan CHS’den yeniden parlamenter sisteme dönmeyi savunuyorlar. Güçlendirilmiş bir parlamentodan bahsediyorlar. Ancak geçmişin parlamentosu veya parlamenter sisteminin bugünü ürettiğini kavrayamayanlar, uzun uzun anlattığımız iki dudak demokrasisinin bizi bu noktaya nasıl getirdiğini çözemeyenler, Türkiye’yi daha büyük bir krize taşımaktan başka bir şey yapamayacaklardır.

Eğer yeniden parlamenter sisteme döneceksek bunun temel, hatta vazgeçilmez koşulu güçlü milletvekilidir. Milli iradenin seçtiği milletvekilidir. Liderin, genel başkanın değil milletin vekaletine gerçekten sahip vekildir. “Yönetimde istikrar” ve “parti disiplini”ni önceleyen anlayış, “temsilde adalet” ve “milletin gerçek vekili” arayışlarıyla bir denge kurmak zorunda olduğunu anlamalıdır. Gelinen noktada “Gazi Meclis”e artık gerçek itibarını yeniden vermekten kimse kaçınamaz.

Anayasanın ve mevcut yasal düzenlemelerin engel olamadığı “iki dudak demokrasisi” bu biçimiyle yeni siyasi partiler ve seçim yasası ile kırılmalıdır. Türkiye’nin uzun yıllar önce kötü bir “temsile” dönüşmüş “temsili demokrasi”sini ne kadar güçlendirirseniz güçlendirin, yine tamamen demokratikleşmemiş süreçlerin ardından yapılan seçimlerle ortaya çıkacak bir parlamento devasa ve belki daha belalı bir otoriterleşme projesini beslemekten başka bir şeye yaramayacaktır.

Bugün anayasal düzeyde meşruiyet arayışına giren herkesin farkında olduğu gerçek, anayasayı tartışan, hazırlayan, onaylayan bütün yapıların demokratik süreçlerin bir ürünü olmasının kaçınılmazlığıdır. Kendisi demokratik “olmayan/olamayan” siyasal partiler nasıl olup da demokrasi üretecek, böyle bir anayasa için mücadele edebilecek ve onu koruyacaklardır?

Rejimi “tek adam” aşamasına kadar getiren, neredeyse bütün siyasal sistemi kilitleyen, parti-içi demokrasiye hayat hakkı tanımayan ve partilerin üyelerini, karar organlarını yok sayan genel başkan ve ekip oligarşisidir. Bu, Türkiye demokrasisinin doğal bir sonucu gibi algılanmaya devam ettiği takdirde sadece isimler değişecek ama ana sorun, rejimin otoriterleşme fırsatı sunan nitelikleri değişmeyecektir.

Doğru işleyen parlamenter bir sistem için Türkiye’nin her şeyden önce sivil, demokratik bir siyasi partiler ve seçim yasasına ihtiyacı vardır. Kanımca, gerçek “sivil anayasa” da ancak bundan sonra mümkündür. Yoksa genel başkanların ve kurdukları ekiplerin elemesiyle oluşmuş, yine milletin basit bir tasdikçiye indirgendiği süreçlerle oluşmuş bir parlamentonun yaptığı anayasanın demokratik “meşruiyeti” ve kimi “temsil” ettiği her zaman tartışmalı olmayı da sürdürecektir.

Anayasal düzeyde sağlanacak güvenceyle, partilerimizi milletin iradesinin kayıtsız ve şartsız egemen olduğu yapılara dönüştüremediğimiz, milletin vekilleri ile millet arasında doğrudan bir bağ kuran seçim sistemleri üzerine odaklanmadığımız sürece, adı “cumhuriyet” olan ama aslında siyasi partileri küçük krallıklara dönüşmüş bir Türkiye’de yaşamaya mahkum olacağız.

Bu arayış veya yeni sistem; yeniden güçlü parlamento, demokratikleşme yolunda tüm tartışmalar, siyasi partilerin üst organlarıyla sınırlı kaldığı takdirde, iktidar seçkinlerinin kısıtlı “vizyon”unu yansıtmaktan ileri gidemeyecektir.

Anayasamızın 68. maddesi siyasi partiler için “demokratik siyasi hayatın “vazgeçilmez’ unsurlarıdır” diyor. Ancak uzun zamandır biliyoruz ki siyasi partiler demokrasimizin “vazgeçilmiş” unsurlarıdır. Vazgeçmeyeceksek, parlamenter sistemi yeniden merkeze ve tartışmanın odağına yerleştireceksek, “demokrasicilik” oyununa bir son verip milletin gerçek vekillerine milli iradeyi temsil ve savunma şansı tanımaktan başka çaremiz yok.

*O. Suat ÖZÇELEBİ
Siyasal İletişim Danışmanı
SİTA Politik Danışmanlık Genel Müdürü
sozcelebi@sita.com.tr

(1) Kaya Erdem, Demokrasinin İlk 50 Yılı, (İstanbul: Doğan Kitap, 2016) s.340
(2) Kadir Topbaş’ın istifa metni için bkz: http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/829455/ibb-baskani-kadir-topbas-istifa-etti.html
(3) CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun grup konuşması için bkz: http://ikidudakdemokrasisi.blogspot.com/2013/04/klcdaroglu-milletvekillerini-kim.html
(4) Ahmet Davutoğlu Gelecek Partisi Kuruluş Programı Konuşması, detaylı bilgi için bkz: https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/iste-ahmet-davutoglunun-gelecek-partisi-kurulus-programi-konusmasi-tam-metin-5507690/
(5) Ali Babacan röportajı için bkz: https://www.haberturk.com/tv/programlar/video/teke-tek-26-kasim-2019-ali-babacan-ak-partiden-neden-istifa-etti/663505

* Bu yazı Sosyal Demokrat Dergi'nin 109 ve 110'nuncu sayısında (Ocak-Şubat 2020) yayımlanmıştır. Fotoğraf SD Dergiden alınmıştır.
Buradan ulaşabilirsiniz: Tıklayınız

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails