21 Mayıs, 2007

Barajı değil, duvarı tartışalım!

Seçimlerde uygulanan yüzde 10’luk baraj, baraj değildir. Duvardır, duvar. Bu duvar, Türkiye’deki seçmenlerin neredeyse %50’sinin oyunu geçersiz kılmaktadır. Parlamentoda bu oylar hiçbir biçimde temsil edilememektedir. Ancak bu konuları tartışırken, her geçen gün daha da güçlenen, yükselen, herkesin bir gün kafasını çarptığı, tam önümüze örülmüş, gerçek duvarları gündeme getirmiyoruz.

Seçmenin % 100’ünün oyunu ikincilleştiren, demokrasimizin önünde dikilen, onu oy verme oyununa dönüştüren asıl duvarları farketmiyoruz. Üstelik AB’nin ve Kopenhag Kritercilerinin de görmezden geldiği, “sessiz” kaldığı duvarlar, bunlar.

Ülkemizde milyonlarca seçmen, her seçimde gider, genel başkanların ve “yakın çevrenin”, iki dudağının biçimlendirdiği listeleri tasdikler. Bu seçimlerde, milletin vekillerinin, adeta, atandığı listeler onaylanır. Yıllardır bu görünmez duvar, aşılamayan asıl duvardır. Millet, basit bir tasdikçiye indirgenmiştir. Bu gerçek karşısında, seçim barajı % 10 olsa ne olur, % 5 olsa ne olur? Milletin oyu, öncelikle bu duvara toslamaktadır.

Yüzde 10. Böyle bir oy barajı, dünyanın hiçbir ülkesinde yok. Bu dert, 1980'de yapılan askeri darbe döneminden kaldı. İstikrar uğruna, temsilde adaleti kolayca yok sayabilen darbecilerin mirası. Bütün demokrasiden korkan demokratlar, tek başına iktidar aşkıyla, şimdi bu baraja yapıştılar. Sanıyorlar ki, ülkeyi koalisyonlardan koruyarak istikrarı sağlamak; etnik kimlikleri sömüren partileri barajın altında tutarak Kürt sorununu çözmek, mümkün. Baraj, 25 yıldır var. Bu sorunlar çözüldü mü? Hayır!

Son seçimdeki “konjonktürün” sağladığı oy dağılımı nedeniyle, tek başına iktidar ve ana muhalefet olanlar, önümüzdeki seçimlerde %10’u geçebilecek olan 2 partiyle birlikte, tek başına iktidarı ve ana muhalefeti, yani “istikrar” sandıklarını da mumla arayacaklarını göremiyorlar.

Sadece onlar mı? Maalesef değil...

Son anketlerde yüzde 10 barajının üstünde kendini gören partiler de, “biz kesin barajın üstündeyiz; altındakiler düşünsün” havasındalar. Girdikleri havanın, anket gazıyla oluşup oluşmadığını seçimler gösterecektir. Elbette bu gazı, millet, seçimlerde oyuyla almasını bilecektir. Fakat demokrasimizin önündeki duvar, yine yıkılamayacaktır. Oyun sürecektir.

Tekrarlayalım, sorunumuz, seçim barajı değildir. O bir biçimde halledilebilir. İşte şimdiden bir sus payı niteliğinde, belli bir barajı (%3-5) geçen tüm partilere, "Türkiye milletvekilliği" verilmesi formülü tartışılıyor. Ancak bu da hiçbir şeyi halletmeyecektir.

Temel sorunumuz, önümüzde dikili duran, yıllardır hiçbir düzeyde denetleyemediğimiz, oylarımızın meşruiyetini sorgulatan duvardır. Öncelikle tartışmamız gereken, her şeyin genel başkanların iki dudağının arasında biçimlendiği, yozlaşmış yapıları nedeniyle kurumsallaşamayan siyasi partiler rejimimizin içinde, neredeyse her taşı burada hazırlanan duvardır. Bu duvar, demokrasimizi, “iki dudak demokrasisi”ne dönüştüren, duvardır.

Bu duvar, siyasette ehliyeti ve liyakati, itaat ve sadakatle yer değiştirten, siyasi partiler rejimimizdir. Tüm partilileri birer amir-memur ilişkisine sürükleyen, ülkeyi bir iki genel başkan ve ekibinin vizyonuna mahkum eden, siyasi partiler ve seçim yasalarımızdır.

Parti içi demokrasiyi de bir çeşit oyun haline dönüştüren, farklı ses ve düşüncelere tahammülü yok sayan, yine bu duvardır. Evet, duvar gibi, kayıtsız, kendinden emin. Bu durumu eleştirseniz, konuşsanız, yazsanız da olmuyor, çünkü "duvara konuşuyorsunuz". Eğer susmaz, çok konuşursanız, "disiplini" bozmaktan kendinizi partinizin kapısında bulabilirsiniz.

Kerameti kendinden menkul, “iki dudağın” biçimlendirdiği bir düzende parti disiplini, artık tüm partililer üzerinde bir tahakküm aracına dönüşmüştür. Lider oligarşisinin ördüğü bu duvara dikkatle bakarsanız, üzerinde en çok şu yazıları okursunuz: İstikrar, uyum, parti disiplini, grup kararı, atama, ortak liste, delege ağalığı,ihraç, merkez yoklaması …

Bu duvarın sağı, solu yoktur. Birbirinin benzeri partilerin, parti yöneticilerinin hep birlikte ördükleri bir duvardır. Türkiye’de tüm yurttaşlarımızın siyasete katılması, demokrasi değil, “kendine demokrasi” isteyenlerden kurtulması için önce bu duvarın yıkılması gerekiyor. Milleti, seçimlerde tasdikçi konumuna indirgeyenler, parlamento sıralarına doldurdukları milletvekillerine de çoğu zaman, “sizi ben seçtim/seçtirttim, ona göre...” davranışını reva görmekten çekinmiyorlar.

Yaşadığımız paradoks, Siyasi Partiler Yasası ve Seçim yasasını tam anlamıyla demokratikleştirecek, bu duvarı yıkacak olanların, yine “iki dudağın” biçimlendirdiği listelerle, TBMM’ye girenler arasında olmasıdır. Ancak, bu vicdan, adalet duygusu, cesaret ve imkansızı başarma azmi, TBMM’nin manevi şahsiyetinde ve kurucu gücünde vardır. Bu gücü hisseden, “Biz, kurşun asker değiliz” diyen milletvekilleri, asıl samimiyet sınavını burada vereceklerdir. Yoksa bu söz de, yıllardır olduğu gibi, sadece bir “duvar yazısı” olacaktır.

Kırılma Noktası / Siyasal İletişim Gazetesi / 26.12.2005

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails