30 Ekim, 2017

Demokrasicilik oyununa devam

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "En kısa sürede istifa edeceklerine inanıyorum" sözleriyle işaret ettiği ve "metal yorgunluğu" hastalıklarını teşhis ettiği isimlerden sonuncusu da bugün istifa etti.

Ahmet Edip Uğur, 30 Mart 2014'ten bu yana sürdürdüğü Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevinden ve AKP'den ayrıldığını bugün basın toplantısıyla duyurdu.


Ancak Uğur, diğer istifacılardan farklı olarak hem partisinden istifa etti, hem de maruz kaldığı baskıları çok açık bir şekilde dile getirdi. Normal bir ülkede bir belediye başkanı ailesine kadar tehditler aldığını söyleyerek istifa etmek zorunda bırakılsa ne yapılır?

En azından bu ülkede bir şeyler yapılmayacağını, eğer isterse kendisinin hukuksal girişimlerde bulunabileceği, (bakalım savcılar tehdidi dikkate alacak mı?) eski Adalet bakanı şimdi hükümet sözcüsü tarafından bir soru üzerine açıklandı. Uğur, "
Külli iradeye teslim olarak cüzi irademle milletime vefa gösteriyorum." dedi, aslında kendisini belirleyen iradenin iki dudağı arasında cüzi iradesinin, hele seçmen iradesinin hiçbir anlamı olmadığını gösterdi.  

Çok kısa bir açıklama ile istifa eden Uğur'un istifa sırasında söylediği sözler iki dudak demokrasisi'nin Türkiye'de nasıl bir baskı aracına dönüştüğünü çok açık bir biçimde gösteriyor: "Kendi adıma şunu söylemeliyim. Yolsuzluğunuz yok, FETÖ bağlantınız yok fakat ailenize, evinize kadar ulaşan baskılar, hatta tehdide varan müdahaleler var. Bu katlanılacak bir durum olmanın ötesine geçmiştir. AK Parti'de siyaset yapma imkanımız ortadan kalkmıştır. Külli iradeye teslim olarak cüzi irademle milletime vefa gösteriyorum. Partime ve başkanlık görevime burada veda ediyorum. Vicdan rahatlığı ile bu kararı almış buluyorum. Hepinize, bütün hemşehrilerime, uzun mesai yıllarımda bana destek olan aileme teşekkür ediyorum."

Lider oligarşisi kendisi için çalıştığı zaman, demokrasiyi ve seçmen(partili/delege) iradesini hatırlamayan ya da kolayca yok sayanlar, bir kişinin "dava" kılıfıyla kendi iradesini istediği zaman kafalarına indirebileceği bir sopaya dönüştürebileceğini bunca deneyime rağmen görmemekte ısrar ediyorlar. Uğur, yaşadıklarından sonra "dava" falan hatırlayacak bir durumda olmadığını gösterdi.

Ancak
kabul etmedikleri ve istemedikleri istifalarından kendileri için de bir övünme payı çıkarmak, kamuoyunda içine düşürüldükleri acz algısından sıyrılabilmek, sığınılabilecek bir gerekçeye sarılmak için "dava"yı kullananlardan biri de Gökçek oldu. 

Geçen hafta tüm zaman kazanma talepleri reddedilen ve istifasını sunmak zorunda bırakılan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in ifadeleri hem "biat"ın hem de "dava aşkı"nın demokratik yönetim sisteminin yerine siyasal yapının, yönetim erkinin temel karakterine dönüştüğünü çok iyi ifade ediyor: "(...) Ben bir dava ahlakından geliyorum. Benim davamda şahsi çıkarlara yer yoktur. Benim davamda nefse uymak yoktur. Yapılan değerlendirme ile genel başkanım ve liderim Recep Tayyip Erdoğan tarafından istifam istenmiştir. Benim davamda emir demiri keser. (...) Başarısız olduğumu düşündüğüm, yorgun olduğumu düşündüğüm için değil, ya da herhangi başka bir kaygı nedeni ile değil, sadece ve sadece ülkemi lider ülke yapacağına inandığım Recep Tayyip Erdoğan'ın talebini yerine getiriyorum.

Aynı "dava" yaklaşımını Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe'de istifasında şöyle dillendirdi: "Böyle bir teşkilat terbiyesi olan, ömrünü davaya adamış biri olarak, 24 yıldır belediye görevlerinde hep hizmet konusunda adımlar attık. Bu yolda kavgadan yana hiç olmadım. Bugüne kadar sürdürdüğümüz kavga değil hizmet ilkesini sonuna kadar sürdüreceğiz, parti liderimiz ile ters düşmeyeceğiz. Bu şartlarda Bursamıza hizmet imkanının kalmadığı ortadadır. Bugün itibarıyla Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevimden istifa ediyorum.” 

Biatı, "dava" kılıfını nefse uymak olarak görmeyenler, asıl her düzeyde demokrasiyi savunmanın hem kişisel hem de ülkesel olarak onurlu bir çıkış olduğunu gösterme şansına da doğal olarak sahip değiller. Zaten geldikleri göreve "seçim" adı altında atanmayı seçenler, atayanın iradesine çoktan esir oldukları için buradan zorlama bir "direniş/muhalefet" hikayesi çıkarmak da mümkün değildir.

Şimdi şöyle soralım: 


Referandum sonrası 6 ay geçmesine rağmen hazırlanmayan, TBMM'de ele alınmayan uyum yasalarının en önemlileri arasındaki yeni siyasi partiler ve seçim yasasının arifesinde tüm siyasi partilerin, halkımızın yaşanan istifalarla bu süreci birlikte değerlendirmek zorunda olduklarını hatırlatmaya gerek var mı? 

Kimse kendi partisinin ve liderinin "dava"sına gösterdiği hassasiyet ve bağlılığın küçük bir parçasını, Anayasal bir devlet, milli irade, hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlüklerin güvencesi olan demokrasi davası ve ahlakı için göstermeyecek mi? "İki dudak demokrasisi"ne karşı kimse, davasından vazgeçtim, her şeye rağmen, yeni siyasi partiler yasası hazırlanırken bile bu "çaresiz belediye başkanları"nı da aşarak demokrasiyi savunma iradesini ve onurunu göstermeyecek mi?

Göstermeyecek, tüm siyasi partilerde demokrasicilik oyununa devam...

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails