03 Kasım, 2014

Emine Ülker Tarhan'ın istifası ve lider sultası

CHP Ankara milletvekili Emine Ülker Tarhan CHP'den istifa etti ve istifa sonrası yapılan eleştirileri yanıtladı. Ve bu yanıtın anahtar bölümünü dikkatinize sunuyorum. Bu ülkede çözüm üretmenin ve demokratik mücadelenin önündeki temel engele, hatta her türlü sorunun ana kaynağına o da işaret ediyor: İki dudak demokrasisi'ne...

Şöyle diyor Tarhan:
"Bakın, her Allah’ın günü darbe edebiyatı yapılırken, değişmedik hiçbir hüküm kalmamışken, ne hikmetse, darbe ürünü olan seçim ve siyasi partiler kanununa dokunulmuyor. İhaleye fesat karıştırma konusunda uzlaşabilenler bu konuda uzlaşmıyor. Çünkü sistem liderlik sultasına hizmet ediyor. Ama ne yazık ki, önce parti içi demokrasiyi ardından da ülke içi demokrasiyi aşındırıyor. Mecliste temsil edilen partiler bunun farkında aslında. Ama sistemden beslenmek sistemle mücadeleyi engelliyor. İktidar ve muhalefet sanki sessiz bir koalisyon oluşturmuş, dört partinin forse ettiği siyaset karşılıklı polemikler ve oy geçişkenliğinin dışında başka bir siyasal hareketin ortaya çıkmasını istemiyor. O yüzden sürekli meclis dışı partilerdeki lider potansiyeli olan kişileri bünyesine alıyor. Seçeneksiz kalan yurttaşlarsa içe kapanıyor, hiç bir şeyi değiştiremeyeceğini düşünerek sandığa küsüyor. Hele gönül verdiği partilerin yanlış tercihleri küskünlüğü iyice arttırıyor. Ankara’da olup bitenlerle artık ilgilenmek istemiyor, gazete bile okumak istemiyor. Bir kilitlenme yaşandığı açık. Ülke yönetilemiyor.
Son seçimde seçmen yeni bir siyasal tavır ve duruş geliştirdi, özellikle tıpış tıpış söylemine karşı, aslında bir tür Gezi tarzı kitlesel eylem sergiledi. İçine sinmeyen adaya pasif direniş geliştirdi. Milyonlar sandığa gitmedi. Ya da geçersiz oy kullandı. Cumhuriyet tarihinde ilk kez böylesine geniş ve kitlesel bir boykot olmuştur. Bu şezlong sığlıkları ile açıklanamayacak kadar anlamlıdır. İç Anadolu ve Karadeniz de mi tatildeydi, şezlongdaydı da oy alınamadı? Bunun ciddiyetle tahlili gerekir. Zira seçmenler bunu siyasal duruş yöntemi olarak uygulamıştır, gerektiğinde yine kullanacaktır. Bu sessiz sesi duymak gerekir. Aksi halde toplumun demokrasiye bir damla inancı kalmayacaktır. Çünkü, gerçek demokrasi seçenekler havuzudur, topluma seçenek sunmak gerekir. Yoksa, daha geniş kapsamlı sandık boykotlarının olmayacağını kimse söyleyemez. Mecliste temsil edilmediğine inanan gençlerin, kadınların, erkeklerin, tıpış tıpış oy vermek istemeyenlerin bir seçeneği olması gerekir. Eminim demokrasiye inanan, yüzde on barajını anlamsız bulan herkes bu çabayı destekleyecektir. Çünkü içinde ifade özgürlüğü ve temsil edilme arzusu olan bir taleptir bu. Bu girişime karşı değerlendirmeler demokrasiye bakışı da ortaya koyacaktır kuşkusuz."

Bu açıklamanın tümü için lütfen tıklayın!

26 Eylül, 2014

Bir ülkenin ya da kişinin iki dudağı arasında olmak...

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Birleşmiş Milletler'de dün bir konuşma yaptı. Konuşmada  uluslararası düzen  ve demokrasi için doğru birçok saptama vardı. Onlardan biri de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 5 üyesinin veto yetkisinin haksızlığına ilişkin olandı:

Şöyle dedi Erdoğan:

"Dünya, 5’ten büyüktür. Güvenlik Konseyi’nin Birleşmiş Milletler’i etkisiz hale getirmesi küresel vicdanın kabul edebileceği bir şey değildir. Tüm alınan kararlar bir ülkenin iki dudağı arasındadır."

Çok doğru sözler. Ancak bu sözler, yıllarca milletin iradesinin hiçe sayacak bir biçimde bütün milletvekillerini, belediye başkanlarını, belediye meclis üyelerini, partisinde de seçimle gelinen her yeri iki dudağı arasında, yanındaki ekiple birlikte belirlemiş bir kişi tarafından söylendiği zaman hiç inandırıcı olmuyor.

Millet de "iki dudak"tan ve her şeyi belirleyen ekipten büyük, hatta TBMM'de "egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir" sözü duvarlarda yazılı olduğu halde işlemiyor. Bu hangi vicdanın kabul edebileceği bir şeydir.

Demokrasiyi "istişare" zanneden, seçimleri kendi tercihleri arasında basit bir tasdik işlemine indirgeyenler, dillerinden "milli irade"yi ne kadar düşürmezlerse düşürmesinler hiçbir zaman inandırıcı olamayacaklar. 

Başkasına ayar vermeye çalışanlar, önce kendi ayarlarına, demokrasiye olan inançlarının düzeyine ve aynaya bakacaklar...

Unutmayın, Türkiye hala bir "iki dudak demokrasisi". Bu değişmediği sürece de sadakat ve itaat her zaman ehliyet ve liyakatin önüne geçecek. Ve bu değişmeden hiçbir şey "onurlu" bir biçimde değişmez, değişemez.

11 Haziran, 2014

Kılıçdaroğlu: "Lider sultasıyla demokrasi olmaz."

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu uzun zamandır vurgu yaptığı "iki dudak demokrasisi"ni yeniden çok açık bir biçimde dile getirdi. Dün TBMM'de yaptığı grup konuşmasında "Lider sultasının kaldırılması lazım." dedi, gerekçelerini de tek tek açıkladı.
"Siyasi Partiler Yasasında çok sayıda değişiklik yapılması lazım. Lider sultasının kaldırılması lazım. Eğer lider sultası varsa demokrasi olmaz ki. (Alkışlar) Vatandaşın önüne listeyi koyuyoruz, diyoruz ki “Bunlara oy ver, bunlar milletvekili seçilecek.” Vatandaş oy vermezse bir de ceza yazıyoruz niye oy vermedin diye. Sonra, millet sanıyor ki kendi milletvekilini kendisi seçmiş, tam bir aldatmaca.
Lider sultasının olduğu bir yerde sağlıklı bir demokrasi olmaz, Yasama Organı sağlıklı çalışmaz, yasama organında görev yapan milletvekili liderin iki dudağına bakar çünkü o, bir daha acaba listelerde yer alacak mıyım, almayacak mıyım kaygısı taşır. Demokrasi orada topallar. Savunuyor muyuz kaldırın diye? Evet, savunuyoruz. Peki, illa kalsın diyen kim? Sivil darbeci."
Bugün gazetelerimize , medyamıza göz attım. Tek bir gazetede bu söyledikleriyle ilgili tek bir söz yok.
Düşünebiliyor musunuz, ülkenin ana muhalefet partisi lideri ülkede neden bir "demokrasi" olmadığını, olamayacağını, kendisinin de parçası olduğu bu "demokrasi" oyununun kurallarını nasıl ihlal ettiklerini "itiraf" ediyor. Kimsede tık yok. Bu artık herkesin bildiği, çözülmemesine rağmen hala Türkiye'de bir demokrasi tartışması, talebi yapılabilirmiş gibi görmezden gelinebilen büyük bir gerçeğe dönüştü.

Kılıçdaroğlu siyasi partiler yasasının mutlaka değişmesi gerektiğini belirtti ve değişmemesi ile ilgili Başbakan'ı suçladı, "sivil darbeci" diyerek...

Uzun zamandır biliyoruz ki bu ülkeye demokrasinin gelmesinin önündeki en büyük engel, Türkiye'de milli iradeyi zayıflatan ve hatta etkisizleştiren 'iki dudak demokrasisi'dir. Bu gerçeği yılmadan, sürekli dillendirmek medyanın tüm ilgisizliği, aldırmazlığı ve kayıtsızlığına rağmen büyük bir görev, ancak daha büyük bir görev ve sorumluluk ise bunun için adım atmak, kamuoyunun önüne somut öneriler koymak, TBMM'de sonuna kadar bu değişikliklerin gerçekleşmesi için direnmek...

Türkiye'yi her türlü melanet ve demokrasisizlikten kurtarmanın ilk ve en önemli adımı bu.
Yoksa "sivil darbeci" suçlaması sadece bir retoriğe dönüşüyor.



23 Nisan, 2014

"Ulusal iki dudak demokrasisi bayramı" kutlu olsun!

EGEMENLİK KAYITSIZ VE ŞARTSIZ MİLLETİN DEĞİLDİR.
MİLLET EGEMENLİĞİNİ KENDİ SEÇTİĞİ VEKİLLERİ ARACILIĞIYLA TBMM'DE KULLANAMAZ.
TÜRKİYE BİR DEMOKRASİ DEĞİLDİR, SİYASI PARTİ LİDERLERİ VE EKİPLERİNİN KONTROLÜNDE BİR "İKİ DUDAK DEMOKRASİSİ"DİR.

Bayramlar gerçeklerle yüzleşmeye, kabullendiklerimizi sorgulamaya ve çocuklarımızı umutlarla ama gerçeklerle de büyütmeye vesile olmalıdır.

Bu acı gerçekle hesaplaşmadan Türkiye bir demokrasi O-LA-MAZ!

Türkiye'de çok uzun yıllardır bütün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramları, çocukları büyüklerin koltuklarına temsili olarak oturttuğumuz, ama temsili demokrasimizin hiçbir zaman temsili olamadığı bir "temsil"e dönüştü. Bu bayramı "ulusal iki dudak demokrasisi bayramı" olarak adlandırmak ve kutlamak belki sadece çocuklarımıza karşı bir haksızlık olacaktır.

Herkesin bildiği ama kimsenin "KRAL ÇIPLAK" diyemediği, basit bir gerçekle "demokrasicilik" oynamaya, bayramlar kutlamaya çalışıyoruz.

21. yüzyılda böyle bir demokrasi kadar, bunu sindirmiş ve bütün egemenliğini genel başkanların ve yanlarındaki dar bir ekibin "keyfine" terk etmiş yetişkinler/yöneticiler/millet vekilleri, çocuklarından utanmak yerine, hiçbir şey yokmuş gibi bir bayram daha kutlamaya çabalıyorlar.

Bugün herkes ulusal egemenliğin ne demek olduğunu anlatan nutuklar atarken, o egemenliğin nasıl yaşanamadığını anlatmamaya da gayret edecekler.

İki dudak demokrasisi ile yüzleşmeyen bir ulus, hiçbir zaman gerçek bir demokrasi ile yönetilemez.
Yönetilemiyor da...

11 Nisan, 2014

Politika yapmak...

Tan Oral'ın Taraf gazetesindeki bugünkü karikatürü, Türkiye'de  "politika yapmak" ile ilgili çok fazla mesaj taşıyordu. Daha fazla irdelemeden, okuyucunun ferasetine bırakalım işi:



Taraf Gazetesi - 11.04.2014

03 Şubat, 2014

Tuzluklar konuşamaz!

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bazı milletvekillerine "tuzluk" dedi. Sadece "tuzluk" demekle yetinmedi. Nedenlerini de şöyle açıkladı :

"Milletin oyuyla AK Parti çatısı altında görev alanlar, meğer bir yerlerden gelen emir ve talimatla istifa ettirilmişler, meğer AK Parti'ye de bazı tuzluklar sızmış. Sen geleceksin AK Parti'den milletvekili adayı olacaksın, sonra seçime girecek, milletten yetki alacaksın, milletin vekili olacaksın ama sonra biri sana emir verecek, talimat verecek, sen de milletin emanetine ihanet edecek, partinden istifa edeceksin. Evet, bu yapılan düpedüz ihanettir, bu yapılan AK Parti'ye ihanettir, bu yapılan emanete ihanettir, bu yapılan en çok da millete ihanettir, milletin oyuna ihanettir, milletin mührüne ihanettir."*

Sonra dedi ki :

"Bir milletvekilinin emir ve talimat alacağı yegane merci millettir. Milletten değil, başka yerlerden, çete reislerinden, faiz lobilerinden, vaiz lobilerinden emir ve talimat alanlar apaçık bir ihanet içindedir. Biz bunu geçmişte de yaşadık."* 


"Tuzluklar" dediği aslında kendi "seçtiği" milletvekilleri!

Herkesin bildiği, ama öyle değilmiş gibi davrandığı maliyeti çok "tuzlu" bir gerçek vardır Türkiye'de, milletvekillerini millet seçmez. Türkiye'de "demokrasi" yoktur. Millet, lider ve ekibinin hazırladığı listeyi seçimlerde sadece tasdikler. Ülkemiz bir "iki dudak demokrasisi"dir.

Milletvekili adayı belirlendiği dönemde eğilim/temayül yoklaması yapılıyormuş gibi demokrasicilik oyunları oynanır. Bu oyunları oynayanlar bu yoklamalardan bir şey çıkmayacağını bilir. Ama büyük bir gayretle rolünü oynar. Lider ve ekibi kimin kaçıncı sırada çıktığına falan da aldırmaz, kimin kaçıncı sırada milletvekili olacağına karar verir, herkes bir iki itiraz sesi arasında bu sonuca boyun eğer.

Çünkü Türkiye'de partilerin lideri yoktur, liderlerin partileri vardır.  Ve bu ortamda, kendi seçtiğini zannettiği milletvekillerinin başkası tarafından seçildiğini, "kontrol" edildiğini öğrenen liderler, kolayca onları "tuzluk" olarak nitelerler.

Ana muhalefet partisi lideri soruyor, "yürekli bir AKP milletvekili çıkıp, 'Sayın Başbakan, siz bana tuzluk diyemezsiniz.' diyecek mi"** diye...

Ben yanıt vereyim, kendi milletvekilleri de dahil böyle bir şey diyemeyecekler... Çünkü oraya milletin oyuyla değil, genel başkanın tercihi ile geldiler ve yeniden gelebilmeyi umuyorlar. Çünkü millet seçmedi, sadece hazır listeyi "tasdikledi", milletin değil genel başkanlarının vekili onlar.

Hem zaten "tuzluklar" konuşamaz!

Başbakan diyor ya: "Milletten değil, başka yerlerden, çete reislerinden, faiz lobilerinden, vaiz lobilerinden emir ve talimat alanlar apaçık bir ihanet içindedir." 

Peki, Meclis'te milletten değil sadece genel başkanlarından (ve yanındaki ekibinden) "emir ve talimat" alanlar ne yapmaktadır?

06 Ocak, 2014

'Biatsa biat, itaatsa itaat'

"İki dudak demokrasisi"nin nereden beslendiği ya da nasıl sonuçlar verdiği konusunda AK Parti Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner'in seçim bölgesinde yaptığı bir konuşmada ettiği sözler, ibret verici örnekler içeriyor. 

Bu örneklere bloğumuzda yer vermemek gerçekten büyük bir eksiklik olurdu. Metiner'in sözleri demokrasimizin parlamentoyu oluşturan iktidar milletvekilleri açısından nasıl büyük bir çözülmeyle karşı karşıya olduğunu hiçbir yoruma ya da açıklamaya gerek bırakmayacak netlikte gösteriyor. Bu sözlere iktidar partisi milletvekillerinden en küçük bir itiraz ya da "abartı" eleştirisi bile yapılmadı/yapılamadı.


AK Parti Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ölümüne arkasında olduklarını anlatırken, "Biatsa biat, itaatsa itaat, ölümüne arkasında duruyoruz. Evet biz biatcıyız. Biz sadakatle ideallerimizin önderi olan kişinin izinden gitme noktasında evet biat özleriyiz" dedi.


Metiner şöyle konuştu:
"Genel başkanımız, büyük liderimiz başbakanımız bir irade beyanında bulunmuştur. Kusursuz itaatse biz büyük liderimize kusursuz itaat ediyoruz. Söz verdik bu can bu bende kaldığı sürece söz verdik, ideallerimiz için ölümüne mücadele edeceğiz. Bu şer güçlerinin amacı; 30 Martta Ak Parti’nin oyları düşürülürse hemen genel seçim tartışması başlatacaklar. Cumhurbaşkanlığı seçimini askıya alacaklar. Ak Parti’nin içinde oynuyor, fitne çıkartıyorlar. 3-5 kendini bilmez, 3-5 zaten bizden olmayan insanları bizden ayırtarak Ak Parti’nin özünün parçalandığını, artık başbakanın da yolun sonuna geldiğini anlatmaya çalışıyorlar. Böyle bir algı operasyonuyla karşı karşıyayız. Yargıyı bu yüzden ayırt ediyorlar. Yargı, emniyet darbesi hepsini boşa çıkartacağız. Nasıl çıkartacağız biliyor musunuz? 30 Mart’ta o sandıkları patlattığımız zaman. Uhud harbinin en şiddetli olduğu andır. Bir haber uçurulur ve denilir ki; ’Allah’ın resulü öldürüldü.’ Ne oldu? O has sahabeler o yürekli insanlar peygamberin etrafında kenetlenirler. Ölümüne arkasında dururlar. Çünkü biat etmiş, söz vermişlerdir. Kendi cesetleri çiğnenmeden Resulullah’ın cesedine hiç kimsenin parmağı dahi dokundurmayacaklarına dahi söz vermişlerdi. Ama diğerleri topuklarının üzerinde gitsin geriye dönmüşlerdir. Şimdi aynı şeyi Ak Parti’nin içinden birilerine yaptırma çalışıyorlar. Giden gitsin biz arınarak güçleneceğiz. Asla rahatsızlık duymuyoruz, giden, o ihanetçilerin gidişlerinden hiçbir rahatsızlık duymuyoruz. İçimizdeki çürükler temizlensin, has kardeşlerimiz bu davanın has yiğitleri kalsın. Biz onlarla yol yürümeyebiliriz. Ama size şunu söyleyeyim ayeti kelime iner der ki; ’Kim ki Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki Muhammed ölmüştür.’ Muhammed ölür veya öldürülürse siz topuklarınızın üzerinde geriye mi döneceksiniz? Biz liderimizi seviyoruz. Biz liderimize sadakatle bağlıyız. Ama o birileri ne diyorlar bizim liderimize taptığımızı söylüyorlar. Bunu diyenler de dini kisveli arkadaş, dostlarımız. Yazıklar olsun biz tapmıyoruz. Ama liderimize sadakatle bağlıyız. İkisinin arasındaki farkı bilmiyorlarsa Uhud harbine baksınlar Uhud harbinden sonra inan ayeti kelimeye baksınlar."

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails