08 Kasım, 2010

“İki dudak demokrasisi”nin iflası

CHP’de yaşananlar demokrasimizi kemiren “çaresiz” bir “vesayet” hastalığının açığa çıkmasıdır. Tüm siyaset dünyamıza salgın halinde yayılmış bu hastalık, bir süre önce Saadet Partisi’nde hatta geçen yıl sonunda DSP’de (DSHP'de) yaşananlarla tekrar gün yüzüne çıkmıştı.

Ancak Saadet Partisi ve DSP yeterince “büyük” siyasal partiler/hareketler olarak görülmedikleri ve “iktidar”a çok yakın durmadıkları için yaşadıkları, parti-içi kavga, hizip çatışması gibi geçiştirildi. Bu “vesayet” hastalığının siyaset dünyamızı, milli iradeyi uzun yıllardır nasıl esir aldığı gündeme yeterince oturmadı ve her zaman olduğu gibi hakkıyla tartışılamadı.

Hastalığın adı, demokrasimizi, siyasal partilerimizi yiyip bitiren, halkı basit bir tasdikçi konumuna indirgeyen, yasamayı yürütmenin emrine amade kılan, milletvekillerini gizli oy milletvekiline çeviren, çoğunlukla genel başkan ve ekiplerinin siyasi partilerine tümüyle egemen olmalarıyla açığa çıkan, “iki dudak demokrasisi”dir.

İki dudak demokrasisi, milletin iradesinin yerini, siyasi partilerin genel başkanları ve yakın bir ekibinin aldığı, demokrasinin biçimsel "oyuna" dönüştüğü bir vesayet rejimidir.

İktidar partilerinde olağanlaşmış, kabullenilmiş hatta başka türlüsü düşünülemeyecek bir aşamaya gelmiştir. Mecliste olan veya olmayan diğer partiler ve tabii ki ana muhalefet partisi için de uzun zamandır “normalleştirilmiş” bir durumun iflasıdır, yaşadıklarımız.

Mevcut yapı, siyasi partiler rejiminin dokularına işlemiştir. Tüm uygulamalara egemendir. Hatta o kadar ki CHP’de yaşanan “sarsıntıda” Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun ağzından dökülen kimi sözler bunun “düzeyi” konusunda çok önemli ipuçları vermiştir: Yok şu benim elimin altında olsun, yok benden izinsiz konuşma, yok hareket etme, yok arabayı aldılar... Arabaya da izin vermiyorum. Bunları kaldıracağız. Yok böyle bir şey.”


Bu düzende milletvekilleri, belediye başkanları genel başkanlara veya egemen ekiplere rağmen asla seçilemez. İl, ilçe başkanları için de durum aynıdır, seçilirse ilerde "kan uyuşmazlığı", "ortak dil oluşturamama", "genel merkezin hızına yetişememe" vb. gerekçelerle ya görevden alınır ya da istifa etmek zorunda bırakılır. Çünkü bu düzende partilerin liderleri olmaz, liderlerin partileri olur. Hayat izin verse ilelebet payidar olacak olan da budur.

Saadet Partisi’nin “sahibi” Erbakan’ın “seçtirdiği” Genel Başkan Numan Kurtulmuş, sahibin ve ekibinin kontrolü ve taleplerine daha fazla dayanamadı. Kurtuluşu istifada aradı,“kendi” partisini kurdu. Eşinden “miras kalan” DSP’nin kontrolünü elinde tutamayacağını anlayan Rahşan Ecevit de, geçen yıl “kendi” partisini kurdu, başına bir genel başkan “atadı”, ama onu da “kontrol” etme isteği nedeniyle bir ay bile yoluna devam edemedi.

Şimdi, CHP’de yaşananlar, ortaya dökülenler “iki dudak demokrasisi”nin iflasının doruk noktasıdır.

Bir kaset skandalıyla istifa etmek zorunda kalan Deniz Baykal’ın yerine “uygun” gördüğü Kemal Kılıçdaroğlu’nu Genel Başkan “seçtiren” CHP Genel Sekreteri Önder Sav ile Kılıçdaroğlu’nun yaşadıkları siyasal partilerimizi, siyaset dünyamızı yiyip bitiren “vesayet” hastalığının ne düzeyde olduğunu gözler önüne serdi.

Kılıçdaroğlu’nun şu sözleri çok dikkat çekicidir: Korku imparatorluğu vardı Türkiye'de. Partideki korku imparatorluğunu yıktık.”

Mevcut yapının bir ürünü olan kişiler ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, “korku imparatorluğu”nun yıkılması o kadar kolay değildir. Demokratik bir tüzüğe sahip olmak da bunun yeterli güvencesi olamaz. Sanki bir anda yok olmuş gibi görünen “iki dudak”ın,  “Kılıçdaroğlu’na CHP’yi öğretmek” hevesinden nasıl vazgeçmediğini, ilk seçimden sonra yeniden hortlamaya ne kadar hazır olduğunu görmek kimse için şaşırtıcı olmamalıdır.

“İki dudak demokrasisi”ni gerçekten sonlandıracak olan, belli bir süreyi alsa da parti-içi demokrasiyi kurumsallaştıracak, daha demokratik bir siyasal partiler ve seçim yasası, son tahlilde bunu da güvenceye alacak yeni bir Anayasa yapmaktır.

Siyaset yapma kanallarını, siyasi partileri demokratikleştirmeden Türkiye’nin dönüşmesini beklemek bir hayaldir. 

Bu durum Türkiye’de, sivilleri, askeri ve bürokratik egemenler karşısında zayıf bırakan, yine "sivillerin" sınırları ve kuralları çok önceden çizilmiş, bir oyun alanı içinde güç devşirdiği, devletin belli olanaklarını paylaştırdığı/dağıttığı, patronaja dayalı çarpık "otoriter" bir yapıya yol açmaktadır.

Ancak Anayasa'nın, mevcut yasal düzenlemelerin bile engel olamadığı "iki dudak demokrasisi”ni  kırmayı başarmak, toplumun farklı kesimleri ve özellikle "aydın" kitledeki "vesayet" algısının bu yönde bir dönüşüm geçirmesine doğrudan bağlıdır. Bu algı değişmezse, “iki dudak”lar ittifak içinde oldukları toplumun sosyal, kültürel, ekonomik üst katmanlarında yer alan aktörlerinden ve “aydın”lardan beslenerek egemenliklerini sürdüreceklerdir.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails