21 Aralık, 2011

Şener: "Anlatmaya çalıştığım ‘tek adam’lığı da aşan bir şey"

Gazete A24 internet haber sitesinden Dilek Karagöz'e konuşan Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener, birçok konuya ilşkin açıklamalar yaptı. Söyleşinin bir bölümünde "parti-içi demokrasi" de gündeme geldi. Karagöz Ak Parti için sorduğu soruyu, Şener'in partisi için sormamış, sorsa röportaj daha açıklayıcı olabilirdi.
Eski AK parti Genel başkan yardımcısı ve bakanı olan Şener'in AK Parti'nin parti yönetimi ve Türkiye'nin nasıl yönetildiği hakkındaki düşünceleri:
"Bu demektir ki parti içinde bir görüş ayrılığı var o zaman... Böyle söyleyebilir miyiz?
Siyasette, bu görüş ayrılıkları önemli olmuyor nedense… Menfaat ve menfaate dayalı beklentiler önemli oluyor.
İktidarda olmak yetiyor?
Şöyle düşünün, Meclis grubu… Seçilenler… Ana çatısı budur. Temel hassasiyet ne? Bir sonraki seçimde listede olmak ve var olduğu sürece de, iktidar içerisinde en güçlü ve etkili noktada bulunabilmek… Milletvekili ise, bakan… Bakansa, başbakan yardımcısı… Başbakan yardımcısı ise, acaba Başbakan sonrası ne olur? Dolayısıyla bu şike yasasının sadece tarafların… Taraflar da demeyeyim de, birilerinin kendince, bazı şeyleri test ettiği bir alana dönüştü gibi geldi bana.
Kim o birileri?
İşte konuşanlar… Basında yer alan isimler, kesimler, gruplar…
Bülent Arınç ile Tayyip Erdoğan arasında nasıl bir ayrışma var? “Tayyip Erdoğan’a biat etmemiş adamım” ifadesi neden söylendi sizce?
Belki şike yasası ile ilgili özür dilerken, onu daha geniş kapsamlı bir özür olarak da düşünmüş olabilir.
“Erdoğan’a biat etmemiş adamım” ifadesinden, demek ki “Erdoğan’a biat ediliyor” anlamı çıkmaz mı? Buradan parti içi demokrasi hakkında yorum yapılamaz mı?
Oradan hareketle bir yoruma gerek yok, doğrudan yalın bir yorum yaparız zaten.
Soruyorum işte…
Şu andaki yapı nedir biliyor musun? Demokraside kurumlar, kurallar ve kolektif karar süreçleri vardır. Şu anda bunların hiçbiri yoktur. Tek bir kişi ülke adına hem düşünüyor, hem konuşuyor hem de karar veriyor. Bu anlatmaya çalıştığım ‘tek adam’lığı da aşan bir şey…
Diktatörlük denilebilir mi buna?
Çok kavramlaştırırsam kavga çıkar. Onun için kavramlaştırmayalım."
Gazete A24 haber sitesi röportajının tümü için Tıklayın!

15 Aralık, 2011

Kılıçdaroğlu:''Vatandaş milletvekilini doğrudan kendisi seçmesi gerekir''

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu katıldığı televizyon programında yine parti-içi demokrasi konusunda çok ciddi sözler verdi. Genel başkan olmadan önce yaptığı Kurultay konuşmasında da bu sözleri vermiş, ancak kısmen uygulamıştı. Ve 12 haziran seçimlerinde milletvekillerinin büyük çoğunluğunu genel merkez tayin etmiş, hatta geçmişte merkez sağda yer alan birçok isim CHP milletvekili "yapılmıştı".

Konya- KonTV'de yayınlanan ''Başkent Gündemi'' programında Ankara Temsilcisi Sinan
Burhan'ın konuğu olan Kılıçdaroğlu, programda "lider sultası" çerçevesinde şu saptamaları yaptı:



"Kılıçdaroğlu, partideki kurultay arayışlarına yönelik bir soru üzerine de şunları söyledi:
''Kurultay yapacağız zaten. Mecburuz yapmaya. Kurultay yaklaşınca tabii ki illerde, ilçelerde kongre olacak, yeni başkanlar seçilecek. Buradaki temel kuralım şu: Bütün örgüt üyelerine de söyledim. Sandığı kuracağız, üyelerimiz oylarını kullanacaklar. Sandıktan kim çıkarsa, hiçbir sorunumuz olmayacak. Demokrasiyi parti içerisinde tam getireceğiz. Kongre yaklaştığı zaman genel başkan adayları çıkabilir. Onları 'Neden aday oldun?' diye bir suçlama içerisine girmeyeceğiz. Eğer burası bir siyasal partiyse ve siyasal partide birden fazla genel başkan adayı da çıkarsa bundan memnunluk duymamız lazım.
Bize diyorlar ki, 'Bakın AKP'de bir disiplin var, birisi ne derse herkes ona uyuyor' bu doğru değil, demokrasi varsa, belli bir disiplin içerisinde insanlar özgürce belli makamlara aday olabilmeli. Bizim de bunun önünü açmamız gerek, baskıcı bir yönetim, bir lider sultası değil... Bundan kim memnun olabilir, vatandaşın iradesine önem veren bir siyasal anlayışın egemen olması lazım.''

Milletvekilleri seçimlerini de eleştiren Kılıçdaroğlu, milletvekillerinin genel başkanlar tarafından seçildiğini söyledi.

''Vatandaş milletvekilini doğrudan kendisi seçmesi gerekir'' diyen Kılıçdaroğlu, bunun gerçekleşmesi durumunda gerçek anlamda demokrasi olacağını, bunun için de siyasi partiler yasasının bu şekilde değişmesini istediklerini bildirdi."
15.12.2011- Cumhuriyet Gazetesi

10 Aralık, 2011

Vekiller emir-komuta zincirinde

Yazının başlığı Yalçın Doğan'ın bugünkü yazısından. Bu bloğu okuyanlar hatırlayacaklardır, "Çıt" adlı yazımda sadece 6 ay önce Doğan'ın bir yazısını eleştirmiştim: Yalçın Doğan, seçim sonrası CHP'de yaşanan "geleneksel" Kurultay ve istifa taleplerinin yarattığı tartışmayı, AK Parti'den örnek vererek eleştiriyor. Bakın, hatta "utanın" demeye getiriyordu: "167 kişi genel başkan tarafından aday gösterilmedi bir tekinin bile "çıtı" çıkmadı" diyordu.


Aynı Doğan bugün "vekiller emir-komuta zincirinde" diye Şike yasası sonrası özellikle AK Parti'de milletvekillerinin nasıl iki dudağın arasına sıkıştıklarını söyleyip, "550 milletvekilini 4 kişi seçerse sonuç böyle oluyor" diyor. "Çıt" adlı yazımı okuyun ve aşağıdaki sözleri de. Türkiye'de "iki dudak demokrasisi"nin neden kökleştiğini, "demokrasi cephesinde yeni bir şey yok diyen" Doğan'ın gazeteciler cephesindeki derin, ibretlik çelişkilerini, tutarsızlıklara nasıl bir örnek oluşturduğunu tekrar görün.


Yalçın Doğan'ın bugünkü yazısı:


Vekiller emir-komuta zincirinde


"550 milletvekilini 4 kişi seçerse sonuç böyle oluyor. Şike yasasında parti yönetiminin isteği dışında oy kullanmak isteyen AKP milletvekilleri uyarılıyor: "Yasaya muhalefet Edoğan'a muhalefettir".
Akan sular duruyor. Oy vermeyen ya da hayır oyu kullanan milletvekilleri listesinin Erdoğan'a iletileceği kulislere yayılıyor.
Herhangi bir milletvekilinin kendi özgür iradesi geçerli değil. Nasıl söyleniyorsa, o yönde oy kullanacak. Aksi halde, parti disiplini işletilecek. Gurup toplanır, gurupta tartışılır, oylama yapılır, karar verilir, tamam ama, böylesine helal olsun.
Demokrasi cephesinde yeni bir şey yok."
Hürriyet- 10.12.2011

09 Aralık, 2011

Bu ‘parti disiplini’ değil, ‘lider sultası’

Hürriyet Gazetesi yazarı Mehmet Y. Yılmaz "şike yasası" tartışmalarında ortaya çıkan durumu şöyle özetledi: "Başbakan emir verdi kanun çıktı, bir emir daha verdi, aynen yeniden çıkarılacak. Buna “lider sultası” diyoruz."


Yılmaz'ın bugünkü yazısını yorumsuz olarak aşağıya alıntılıyorum:


"CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül tarafından veto edilerek TBMM’ye geri gönderilen “şike yasası”nın aynen geçmesinin en başta gelen muhalifi AKP Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar.
Tayyar’ın son demecini Gazeteport’ta okudum. Şöyle diyor:
“Yasa aynen geçerse, Metris vakası yaşanır. Şikeden tutuklu isimler zafer işaretleri ile Metris Cezaevi’nden tahliye olur”.
Tayyar belli ki yargılamayı bitirmiş, sanıkları suçlu bulmuş ve mahkûm etmiş, şimdi tahliye edilmeleri olasılığına karşı çıkıyor.
Haklarındaki her türlü delil toplanmış, kaçma olasılığı olmayan ve suçlulukları henüz kesinleşmemiş insanların tutuklu yargılanmasını neden bu kadar çok istiyor, anlayamadım.
Tayyar demecinde şöyle bir söz de söylüyor:
“Ancak AK Parti içinde sıkıntı var. Tabii parti disiplini içinde ve açık oylama olacağı için bu arkadaşlarımız, ret oyu vermezler. Ancak Sayın bakanlar dahil yasaya tepkili çok sayıda isim var. Oylama gizli yapılsa bu yasa geçmez.”
Tayyar’ın “parti disiplini” diye tarif ettiği şey aslına bakarsanız bu kavramla hiç ilgisi olmayan bir durumdur, “lider sultası” diye tanımlayabiliriz.
Eğer “parti disiplininden” söz edeceksek, önce konuyu “parti içi demokrasiden” açmamız gerekir.
Bu konu TBMM Grubu’nda konuşulup milletvekillerinin fikri alınmış mı, herkes fikrini açıklıkla söyleyebilmiş mi, sonra demokratik bir oylama ile mi partinin kararı oluşmuş?
Hayır, bunların hiçbiri olmadı. Başbakan emir verdi kanun çıktı, bir emir daha verdi, aynen yeniden çıkarılacak.
Buna “lider sultası” diyoruz. Tayyar, milletvekili olarak önce bu konuyu sorgulamalı. Tabii gelecek seçimde yeniden milletvekili adayı olmayacaksa!"
Hürriyet-09.12.2011

Diktatörlük

Ahmet Hakan dün akşam (8.12.2011) Tarafsız Bölge programında "istiklal mahkemeleri" konusunu ele aldı. Katılımcılar arasında Ergün Aybars da yer alıyordu.

Tartışmalar Atatürk'ün "diktatör" olduğu iddiasını dile getirenlerin tezlerine geldiği zaman Aybars şöyle bir söz etti: "O zaman bugünün siyasi parti liderlerini de ele alalım" (mealen)

Ahmet Hakan bugünkü köşesinde Aybars'ın bu sözüne yer vermiş. Ben de hem "diktatörlük" tartışmalarını zenginleştirici bir konu olarak, hem de "iki dudak demokrasisi" tezlerini genişletebilecek potansiyel bir başlık olarak altını çizmek istedim.

Bu notu tekrar hatırlatma olarak da düşünebilirsiniz...

05 Aralık, 2011

BİAT!

AK Parti tüm Türkiye'de kongre sürecinde, delege seçimleri yapıldı, gençlik ve kadın kolları kongreleri ardından ilçe başkanlığı kongreleri yapılıyor. Kimi il ve ilçelerde eski başkanlarla yola devam kararı veren Genel Merkez, kimilerinde de yeni başkanların seçilmesine karar verdi ve delegeler de tamamen bu yönde hareket ediyorlar. 


Sürecin ilginç bir örneği Bursa'da yaşandı AK Parti Osmangazi İlçe Başkanı Refik Özen Genel Merkezin yola devam etmeyi tercih etmediği bir ilçe başkanıydı. Ama veda konuşmasında öyle bir laf etti ki, AK Parti'deki hem tüm seçim sürecini özetledi, hem de Türkiye genelindeki manzaranın net bir fotoğrafını ortaya koydu. Kendisinin aday bile olamamasına sessiz kalmasını eleştirenlere verdiği ve alkışlarla karşılanan yanıt, başka söze gerek bırakmadı: "Birileri bunun adına biat dedi belki, ama zaten bizler başbakanımıza biat etmiş insanlardık."


Toplantıya Başbakan yardımcısı Bülent Arınç katılmasaydı, bu söze bir yanıt vermeseydi, belki bu gelişmelerden de haberimiz olmayacaktı. Arınç'ın verdiği yanıt da "iki dudak demokrasisi" tarihimiz ve Türkiye'deki parti-içi demokrasinin durumu açısından çok önemli veriler içerdiği için ,bazı bölümlerini aşağıya "yorumsuz" alıntılıyorum:


"Biz hepimiz görev insanıyız. Bize hangi görev verilirse ki inancımız da odur. Görev istenmez, verilir. Verilmediği zaman da kıyamet koparılmaz. Bağırılıp çağrılmaz. Bugün bütün milletvekillerimiz, belediye başkanlarımız, ilçe başkanlarımız bilsin ki; burada ne yapılıyorsa, 10 senedir o yapılıyor. Milletvekili adayı olduğu zaman çok sevinenlerin, aday gösterilmediği zaman şikayet etmeye hakları yok. Nasıl gösterildilerse aynı usul bugün de devam ediyor..."
Refik Özen'in, örnek biri olduğunu, başarılı hizmet verdiğini, bundan sonra da bütün hizmetlere layık birisi olduğunu ifade eden Arınç, "Ama bugün istişareler sonucunda bir değişikliğe ihtiyaç duyulduğu anda buna tepki göstermemiz doğru değil. Sistem böyle, böyle olmaya mecbur" dedi.

Arınç, sistemi disiplin ve görev anlayışı üzerine kurmak gerektiğini vurgulayarak, şöyle konuştu: "Bu anlayış şudur; Refik kardeşimin bütün sözlerine iştirak ediyorum ama bir yanlışını düzeltmem lazım. Onu düzeltmezsem, kendisine de zarar gelir, AK Parti'ye de zarar gelir. 'Sayın Tayyip Erdoğan'a biat ettiğinden' bahsediyor. Biat dini bir kavramdır, hukuki bir kavram değildir. Biadı dini anlamda birileri için kullanabilirsiniz ama bir siyasi partinin genel başkanı için kimse kullanmamalı. Böyle inanıyorsa bile kullanmamalı. Çünkü hakkımızda açılan tüm davaların iddianamesinde ta Milli Selamet Partisi zamanından bu yana, ben o iddianamelerin içinde olan bir insan olarak biliyorum, o zamanlar ya yeni doğmuş ya da kısa pantolonla gezenler duysun diye söylüyorum; 'biat' kelimesi üzerine partiler kapatılmıştı. Ben Refik kardeşimin şunu söylemek istediğine inanıyorum; 'Ben genel başkanımı çok seviyorum, onu kendime her bakımdan örnek alıyorum, o ne derse yaparım, onun izinden ayrılmam, yolundan çıkmam...""Biat edecek bir insan varsa sizin içinizde, bunu benim Erbakan hocaya yapmam lazımdı. Değerli kardeşlerim, 19 yaşındayken Odalar Birliğindeki mücadelesinde tanıdım, yanına gittim, hiçbir zaman da ayrılmadım. Milli Nizam'ı kurdu, koştum, gençlik kolu başkanı oldum, Milli Selamet'i kurdu, koştum, 24 yaşında Manisa'da il başkanı oldum. Kapatıldı. 12 Eylül geldi, yasaklı oldu. 'Refah kurulacak' denildi, koştum. Fazilet, koştum. Fazilet kapandı, 4 saat konuştum evinde, elini öptüm ayrıldım. O zaman birileri diyorlardı ki; 'herkes Erbakan hocaya biat ediyor. Ben biat etmedim, kendisine şunu söyledim; 'hocam seni çok seviyorum, ama davamı daha çok seviyorum. Davama hizmet ettiği sürece, senin arkandan giderim, öl dediğin yerde ölürüm, her şeyi göze alırım, ama çizgiden saparsan senin arkandan gelmem'. Eleştirilerimiz önce böyle başladı, 28 Şubat sürecini gördük, partiler kapatıldı. Bize göre bazı yanlışlıklar oldu. Sevgimi, saygımı kaybetmedim ama biat etmek aklımdan geçmedi. Onun için ben bugün Tayyip Erdoğan'a da biat etmemiş bir adamım, çünkü bizim partimizde biat inancı ve kültürü yok. Bunu herkes bilsin. İnanacağız, koşacağız. Ben meclis başkanıyım o başbakan, ben protokolda 10 adım öndeyim, kendisine söyledim; o da bilir 'Ben meclis başkanıyım, ama sen benim genel başkanımsın. Genel başkanım olarak bana ne emredersen benim görevim odur. Meclis Başkanlığı görevinin dışında, siyasi çizgimiz itibarıyla 5 sene sonra ayrıldım, kimse bana 'ayrıl' demedi. Kendisine gittim dedim ki; 'Ben ayrıldım nerede bana hizmet düşüyorsa söyle? Gerekirse Genel Merkez'in telefonlarına bakacak bir adama ihtiyaç varsa ben orada hazırım' dedim."
AK Parti Osmangazi İlçe Başkanı Refik Özen'in konuşmasındaki ilgili bölüm:

type="application/x-shockwave-flash" wmode="transparent" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="400" height="334">
AK Parti Osmangazi İlçe Başkanı Özen: Bizler başba | video.mynet.com

01 Kasım, 2011

Kurtulmuş: "Üyelerimiz partimizin esas sahibi haline gelmelidir"

HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, partilerinin 1. kuruluş yıl dönümünde bütün üyelerine bir mektup yazdı. Mektubun il ve ilçe teşkilatları tarafından üyelere tek tek ulaştırılacağı belirtiliyor.


Mektup, ülkemizde egemen olan "iki dudak demokrasisi" açısından önemli bir saptamayı dile getiriyor: Partilerin asıl sahibinin üyeleri olduğunu...


Özellikle bu vurgu nedeniyle burada yer vermek istedim.


Kurtulmuş mektubunda şöyle diyor: 

"Yeni dönemde siyaseti güçlülerin işi olmaktan çıkararak halkın egemen olduğu alan haline getireceğiz. Bunun için öncelikle üyelerimizin partimizin esas sahibi haline gelmesi gerekir. Nasıl ki; ülkenin sahibi vatandaşlarsa, partilerin de sahibi üyeleri olmalıdır. Ancak o zaman ülkede milletin dediği olur." 


Ülkemizde üyeler partilerin "sahibi" olmadığı liderler ve ekipleri sahibi olduğu için siyaset de "demokratik" olamıyor. Demokratik olmayan siyaset ve TBMM'nin demokratik bir ANAYASA üretemeyeceğini öngörmek çok şaşırtıcı olmayacaktır.


Kurtulmuş, özellikle siyasetin finansmanına da dikkat çekerek şunu söylüyor: "parayı verenin düdüğü çaldığı değil, üyelerimizin ve milletimizin dediğinin olması için siyasetin gerçek sahibi tarafından finanse edilmesi şarttır."


İki dudak demokrasisine son vermek için çözülmesi gereken temel sorunlardan biri de "siyasetin finansmanı"dır. Bu konu Türkiye'de sürekli istismar edilen, yasal alt yapısı ile oynanan, aynı zamanda temel bir demokrasi sorunudur. Devletin partilere yardımı bile 3-5 parti arasında anti demokratik bir biçimde paylaştırılmakta, milletin parası adeta 3-5 lider ve ekibinin insafına terk edilmektedir.


03 Eylül, 2011

Alınak: Genel merkez barikatını aşamadım

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) 2. Olağan Kongresi Pazar günü toplanıyor. Daha önce Genel başkan adayı olacağını açıklayan Mahmut Alınak adaylıktan çekildi. Neden?


Türkiye'de hükümranlığını her siyasi partide ve neredeyse seçimin olduğu hemen her yerde kurmuş "iki dudak demokrasisi" yüzünden...


Alınak'ın önüne kendi deyimiyle Genel Merkez'in kurduğu "barikat" adaylıktan çekilmeyi beraberinde getirdi.
Alınak'ın açıklaması:
BAŞARAMADIM, ÖZÜR DİLERİM


BDP genel başkanlığına aday olacağımı daha önce açıklamıştım. Bu, siyasetteki son adaylığımdı. Büyük hayallerim ve sonuç alacağına güvendiğim projelerim vardı. Devletin Kürdistan meselesini silahla çözme projesini sivil mücadelemizle boşa çıkartıp akan kanı durduracak, dağda ve ovada gençlerin ölümünün önüne geçecektik. Önümüzdeki birkaç gün içinde İmralı ve Kandil ile görüşerek PKK’nin eylemsizlik kararı almasını sağlayacak, sonra da hükümete gidip operasyonları durdurmasını ve Kürdistan meselesini çözmesini isteyecektik. Hükümetin kanlı çözümde ısrarlı olduğunu biliyoruz. Bunu Türk ve dünya kamuoyu bir defa daha görecekti. Hükümetin tutumunu belli etmesinden sonra sivil projelerimizi devreye sokup onu yönetmez hale getirecektik. O durumda ya istifa edecekti, ya da masaya oturmak zorunda kalacaktı. BDP yeni mücadele tarzı ve projeleri ile sadece Kürtlere, sadece ezilen Türklere değil, tüm dünya ezilen halklarına kurtuluş yolunu gösteren bir parti olacaktı. Halkı ve kurumları mücadele içinde örgütleyerek yeni bir insan, yeni bir hayat, yeni bir özgürlük anlayışı, yeni bir siyaset, ülke zenginliklerinin halka ait olduğu yeni bir ekonomi ve halka kul olan yeni bir devlet modeli inşa edecekti. Bu yeni devlet modelinde dünya barışı selamlanacak, erinden generaline kadar tüm silahlı kuvvetler terhis edilecek, tüm savaş araç ve gereçleri çöpe atılacaktı. Yerel güvenlik ilçelerde ilçe meclislerinin, illerde de il meclislerinin denetimindeki güçler tarafından sağlanacaktı. Parti içi demokrasi partinin ve mücadelenin varlık nedeni olarak kabul edilip, seçilenlerin atamayla değil herkese fırsat eşitliği tanınarak seçim yolu ile gelmeleri sağlanacaktı. Belediye başkanları ve meclisleri halk tarafından görevden alınabilecek ve belediyeler yerel parlamento olarak çalışacaktı. Dünyaya açılacaktık. Dünya ezilenlerini temsil eden parti ve kurumlarla çeşitli ilişkiler geliştirip dünya ailesinin bir parçası olacaktık. Kısacası sadece yereli şekillendiren değil dünya siyasetini de etkileyen bir parti olacaktık. İşte bu siyaset anlayışı ile genel başkanlığa aday olmak istemiştim. Ama genel merkez barikatını aşamadım. Ufukta yeni bir şey görünmüyor. Devlet, hükümet ve siyaset kendi kendisini tekrar edecek. Ne yazık ki gençler ölecek, evlere yine ateş düşecek. Acı olan ise, kimse bu ateş deryasının daha ne kadar can alacağını bilmiyor. Tam bir çaresizlik hüküm sürüyor. Saygılarımla 3 Eylül 2011 Mahmut Alınak 

30 Haziran, 2011

Leman'da iki dudak demokrasisi

Sonunda "iki dudak demokrasisi" bir mizah dergisinin kapağına da yansıdı. Leman mizah dergisinin 29 Haziran tarihli kapağı aslında bir tekrar ve üstelik eksik. Geçen yıl Mart ayında yeniden yayımlanan TÜSİAD "Görüş" dergisinin kapağındaki fotoğrafın bir tekrarı ve  sadece bir bölümünü yansıtıyor.


Dergi iyice "muktedir" duruma gelen Başbakan'ın "başka aday mı bulamadılar" sözlerinin eleştirisini öne çıkarmayı hedefliyor. Aslında milletvekili adayları saptanırken sadece Recep Tayyip Erdoğan değil, MHP de, CHP de (20 civarında ilde gerçekleştirilen ön seçim dışında) ve hatta İmralı onaylı "bağımsızlar"ıyla BDP de ortak tutum sergilediler, bu nedenle aslında tümü kapaktan nasibini almalıydı. Çünkü seçimlerden önce milletvekilleri saptanırken, "egemenlik kayıtsız şartsız benimdir" diyen sadece başbakan değildi.



Seçime katılan diğer küçük muhalefet partilerindeki durumun ne düzeyde olduğu da aşikar. Geçen hafta başarısızlık nedeniyle "partisini" kapatma kararını, partililere ve kamuoyuna bir yazıyla "tebliğ" eden HEPAR Genel Başkanı Osman Pamukoğlu'nun "partiyi kapatıyorum" sözü yeterince açıklayıcı her halde...

Milli irade, vesayet sözlerini dillerinden düşürmeyenler, bu trajik duruma seyirci kalmayı ısrarla sürdürüyorlar. Ve görülen o ki bu acı gerçeği görmezden gelmeye "demokrasicilik" oynamaya devam edecekler.

23 Haziran, 2011

Dikkat parti kapatılacak, KAPAN!

İki dudak demokrasisi'nin siyasal sistemin neredeyse tüm aktörlerinin zihin dünyasına nasıl egemen olduğunu uzun zamandır yazıyoruz. Büyük, küçük tüm partilerin yöneticileri, liderleri için bu durum farketmiyor. Parti üzerinde kurulan hükümranlığın ne boyutta olabildiğini, siyaset diline de "açıkça" nasıl yansıtıldığını, bu  konuda yaşanan en güncel örneği paylaşmamak, burada kayda düşmemek olmazdı. 




Bugün haber ajanslarına "Hak ve Eşitlik Partisi"nden (HEPAR) bir açıklama yollandı. Parti'nin aynı zamanda kurucu genel başkanı olan emekli general Osman Pamukoğlu'nun açıklamasının son paragrafını sizlerle paylaşmak istiyorum.


"Partiyi açmak kadar, kapatmakta bir stratejik karardır. Partiyi kapatıyorum. 10 Temmuz 2011 tarihinde yapılacak olan “Olağanüstü Kurultay”la da yasal işlem sonuçlandırılacaktır."


İşte bu kadar! Dikkat parti kapatılacak, KAPAN!


Açıklamanın tümünü okumak isterseniz, lütfen  TIKLAYIN!

16 Haziran, 2011

Çıt!

12 Haziran seçimleri AK Parti'nin büyük bir başarısıyla sona erdi. Seçimde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve ekibinin belirlediği 550 milletvekilinin 325'ini halkımız "tasdikledi". CHP ve MHP Liderlerinin ekipleriyle birlikte belirlediği milletvekillerinden 135 ve 53'ü halkımız tarafından tasdiklenirken, İmralı "izinli" listeden de 36 milletvekili "bağımsız" olarak seçildi.


Yazıyı bu bilgiyi size duyurmak için yazmıyorum elbette. Yalçın Doğan'ın bugünkü ibretlik yazısı bu notu düşmeme yol açtı. Doğan, seçim sonrası CHP'de yaşanan "geleneksel" Kurultay ve istifa taleplerinin yarattığı tartışmayı, AK Parti'den örnek vererek eleştiriyor. Bakın, hatta "utanın" demeye getiriyor. "167 kişi genel başkan tarafından aday gösterilmedi bir tekinin bile "çıtı" çıkmadı" diyor. Ne güzel örnek değil mi?


Daha fazla söze gerek yok. Sizi Doğan'ın yazısıyla baş başa bırakıyorum. İki dudak demokrasisinin "aydınlarımızın" zihin dünyasında ne kadar kökleştiğini, olağanlaştığını, benimsendiğini bir kez daha anlayın. Aman "çıt" çıkarmayın!


 167 kişiden birinin çıtı çıkıyor mu?

GEÇEN dönem Meclis’te bulunan 187 AKP’li milletvekili bu kez listelerde yer almıyor. 187 milletvekilinin 20’si kendi isteğiyle aday olmuyor.

Geriye kalan 167 milletvekilini Genel Başkan Tayyip Erdoğan bu kez aday göstermiyor. 167 önemli bir sayı, AKP’nin geçen dönem Meclis’teki sandalye sayısının yarısı.

167 milletvekili aday gösterilmiyor, ama 167 kişiden bir tekinin bile çıtı çıkmıyor.

Milletvekili olmadıkları için, partileri onlara başka olanaklar hazırlamış olabilir. Şu ya da bu biçimde gönülleri alınmış olabilir. Kendilerine neden aday yapılmadıkları makul biçimde anlatılmış olabilir. Artık ne ise, ama 167 kişiden bir tekinin bile itirazını duyan var mı?

Parti disiplini, partili olmak, partisine sahip çıkmak, genel başkanın ya da genel merkezin kararına saygı göstermek bu olsa gerek. Yoksa, bağırıp çağırmak, kazan kaldırmak, tutarsız bir alay sözü söyleyip, geçmişe dönük gerçekleri çarpıtmak çok kolay. Aynaya bakmaya zahmet etmeden.

31 Mayıs, 2011

"İki dudak demokrasisi"nden, demokratik anayasa çıkmaz

AK Parti'nin bu seçimden birinci çıkacağı, tek başına hükümet kuracağı, ancak Anayasa’yı tek başına yapma çoğunluğunu elde edemeyeceği seçime kısa bir süre kala, mucizevi bir şey gerçekleşmezse, netleşmiş görünüyor.

AK Parti seçimi kazanacak, fakat daha önce “ileri demokrasi” başlığıyla seçim beyannamesinde yer verdiği, çözme iradesini göstereceğini ilan ettiği, adını “Kürt sorunu” olarak telaffuz etmekten uzun zamandır çekinmediği temel problemimizi, daha seçim sonuçlanmadan “çözmüş” görünüyor. Meydanlarda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Bu ülkede artık Kürt sorunu yoktur. Kabul etmiyorum. Bu ülkede Kürt kardeşimin sorunu var, ama Kürt sorunu artık yok.” demeye başladı. Diyebilir. Hatta “isterse” bu ülkede Kürt yoktur bile diyebilir.

Kimi gazeteciler, “yandaş/candaş” köşe yazarları bu durumu, seçim sırasında “zorunlu” görülen stratejik bir “milliyetçi” duruşla açıklıyor ya da eleştiriyor. Bu ve benzeri taktik veya stratejik adımların, aslında her zaman varolan ve sadece AK Parti liderliği için geçerli olmayan bir temel soruna işaret ettiğini, görmezden gelme eğilimi ise hala çok yüksek.

Türkiye’nin onulmaz bir “iki dudak demokrasisi” olduğu gerçeğini hep unutuyoruz. Aday belirleme döneminde konuyu 2-3 hafta yazıyor, tüketiyor, sonra kendimizi sanki bu yapı “çözülmüş”, etki ve sonuçları ortadan kalkmış gibi seçim kampanyasının ve sonucun analizine bırakıyoruz.

Bu seçim kampanyası sürecinde bir kez daha anlaşıldı ki “iki dudak demokrasisi”nden demokratik bir anayasa çıkmaz. Çünkü iki dudak demokrasisi’nde, ülkenin temel sorunlarını çözme cesareti ve basireti,  “iktidar”da kalma şansına kolaylıkla endekslenebiliyor. Bunun için lider ve ekibini ikna edecek, bir politik tercih veya “açılımın” seçimin kazanılmasını riske soktuğu verisini yansıtan 2-3 kamuoyu araştırması bile yeterli olabiliyor. Bu düzen, kişisel siyasal hedeflerin, heveslerin ülkenin asıl sorun ve beklentilerinin önüne geçmesine de kolaylıkla imkan vermektedir.

Türkiye’de demokrasinin kurumsallaşmasının önündeki temel engel olan bu yapı, askeri/bürokratik vesayet rejiminin hem sonucu hem de en güçlü bileşenidir. Askeri ve bürokratik vesayete karşı mücadeleyi, siyaset kurumun güçlenmesi olarak görenlerin ısrarla gözden kaçırdığı, burada atılan her adımın Türkiye’de en çok lider ve ekibinin “keyfi” otoritesini beslemesidir.

Siyasi partiler ve seçim yasasıyla, üstelik “sivillerin” 1980’li yıllarda yaptıkları değişikliklerle “güvence” altında olan bu sistem, sürekliliğini parti-içi demokrasiyi olanaksızlaştıran yasa maddelerine ve özellikle askeri rejimin getirdiği yüzde 10’luk seçim barajına borçludur12 Eylül darbecilerinin kurdurduğu MDP’nin milletvekili Ferit Melen’in ANAP’ın 1986 yılındaki siyasi partiler yasası değişikliği tartışılırken Meclis kürsüsünden sarfettiği şu sözler çok manidardır: “Eğer bir partinin bütün milletvekili adaylarını genel başkana veyahut merkez organına seçtirirseniz; o vakit sizin yerinize bu Meclis kapıkullarıyla dolar. Kapı kullarıyla da demokrasi olmaz arkadaşlar.”


Son yıllarda “iki dudak demokrasisi” iyice mükemmelleştirilmiştir. Örneğin siyasi partilere yapılan yardımlardan, parlamentoda temsil edilen büyük partilerin “görülmemiş” ittifakıyla, küçük partilerin yararlanması yasal olarak iyice imkansız hale gelmiş, devletin yüz milyonlarca liralık seçim yardımı sadece 3 parti arasında paylaştırılmaya başlanmıştır. Bağımsız adayların önüne fahiş adaylık ücretleri konmuş, zaten eşitsiz olan seçim yarışı televizyon reklamlarının serbest bırakılmasıyla küçük siyasi partiler ve bağımsız adaylar için daha da eşitsiz hale gelmiştir.  

Ancak en önemlisi uzun yıllardır her seçimin, tamamen siyasi parti liderlerinin ve küçük bir ekibin ya da kimi partilerde hapishaneden bile şiddet tehdidini elinin altında tutan “örgütün/önderliğin” onayladığı/atadığı milletvekillerinin halk tarafından tasdiklenmesi gibi bir aşamaya indirgenmiş olmasıdır. Bu nedenle Kürt sorununun Kürtler ve Türkler içinde bile farklı çözüm seçenekleriyle tartışılmasını, doğru algılanmasını sağlayamadık, binlerce cana mal olmasını da engelleyemedik.

Bütün bunları “istikrar” adına yaparken, sadece temsilde adaleti değil, aslında uzun vadede ülkenin istikrarını da yok ettiğimizi görmenin zamanı geldi de geçiyor. Kimilerinin “Kurucu Meclis” olarak nitelediği 12 Haziran sonrası oluşacak TBMM, aslında bu haliyle büyük oranda “Kurulmuş Meclis”tir.

Kemal Kılıçdaroğlu 18 Aralık 2010 tarihinde CHP Genel Başkanı seçilirken şunları söylemişti: “Milli irade diyoruz. Hangi milli irade? Sen liste yapıyorsun, partiler liste yapıyor vatandaşın önüne koyuyor. Ya oy verirsin ya da oy kullanmazsın diyor. Oy veriyor vatandaş, efendim milli irade tecelli etti. Bu milli irade değildir” Bir genel başkan ilk kez bu kadar açık, Türkiye’de oynanan “seçim oyunu”nu ortaya koydu, ancak kendisi de bu sözlerine rağmen milletvekili adaylarını belirlerken 20 civarında il dışında bütün Türkiye’de ön seçim yap(a)madı.

İki dudak demokrasisi, Türkiye’de sadece bütün siyasal sistemi, iktidarı ve muhalefetiyle etkisi altına almış değildir, aydınlar, gazetecilerin zihin dünyasında da sanki özel bir uzlaşmayla, ele “alınamayan” bir sorun muamelesi görüyor. Hatta AB’den Türkiye’ye yöneltilen demokrasi eleştirilerinin en “cılız” bölümü lider oligarşisine yönelik olanlardır. Bu yapı, o kadar kanıksanmıştır ki ; örneğin geçen yıl Mart ayında TÜSİAD gibi Türkiye’de güçlü bir işadamı örgütü, bu durumu yeniden çıkardığı derginin ilk sayısının kapak konusu yapmış, parlamentoyu 3 parti liderinden müteşekkil gösteren bu kapakla/fotoğrafla ilgili bir tek gazeteci çıkıp parti liderlerine tek bir soru sor(a)mamıştır.

Daha da ilginç olan, bu derginin yayınından yaklaşık 4 ay sonra toplanan 22. Abant Toplantısı’nda “Vesayet ve demokrasi” konusu ele alınmış, onlarca aydının katıldığı bu toplantıdan sonra yayınlanan 16 maddelik bildiride 60 yıl önceki Tek Parti ideolojisinden, etkilerinden, sonuçlarından bahsedenler, on yıllardır iktidarı ve muhalefetiyle bütün siyasal partilere egemen olan, ehliyet ve liyakatin, sadakat ve itaatle yer değiştirdiği “lider sultasından” ve sonuçlarından tek bir satırla dahi bahsetmemişlerdir.

Bu bildiriyi Taraf Gazetesi’nde aynı ay içinde yazdığım yazıda eleştirmiştim: Askeri/bürokratik vesayetten beslenenler, lider sultasına indirgenmiş, siyaset yapmayı belli kişi ve zümrelere boyun eğmeye dönüştürmüş bu yapı ile kol kola, Türkiye'nin yıllardır gerçek bir "demokrasi"ye kavuşmasını engelliyor. Üstelik iktidarda veya muhalefette olsun, tüm siyasi partilerin içinde yer aldığı değişmez bir suskunluk sarmalı bu. Anayasa'nın, mevcut yasal düzenlemelerin bile engel olamadığı "iki dudak demokrasisi" kırılmadan, "aydın" kitledeki "vesayet" algısı bu yönde bir dönüşüm geçirmeden, Türkiye'nin temsili bir demokrasi olarak nitelendirilmesi ve demokratik bir Anayasa yapması olanaksız. Anlaşılıyor ki bu ülkede demokrasi mücadelesi, önce bu ülkenin aydınlarının/elitlerinin beyinlerindeki “vesayeti” sorgulamayı başardıkları, cesur olmanın en az iyi fikirlere sahip olmak kadar önemli olduğunu kavradıkları gün bir merhale kat edecek.”

Kürt sorunun çözümü ve demokratik bir anayasa yapılması elbette askeri-bürokratik vesayetin geriletilmesi ve çetelerle mücadeleyle doğru orantılıdır. Siyaset kurumu güçlenmeden, siyasi partiler ve seçim yasaları, TBMM iç tüzüğü dahil demokratikleştirilmeden, seçim barajı düşürülmeden, uzun zamandır “vesayetin” en güçlü kaynağına dönüşen “iki dudak demokrasisi”nin sona erdirilmesi de olanaksızdır. Bunlar değişmediği sürece “kuvvetler ayrılığı” dengesinin yok olduğu, lider ve ekiplerinin insafına kalmış bir Meclis’te ne Kürt sorunu çözülür ne de “halkın yaptığı” demokratik bir Anayasa ortaya çıkabilir.

“İstikrar”ı, ısrarla temsilde adalete tercih edenler, milli irade ve demokrasiyi iki dudağın arasına hapsetmeyi “siyaset yapmak” ve siyasal kültürümüzün kaçınılmaz bir sonucu zannetmektedir. Bu yaklaşımın değişmeksizin sürmesinin 12 Haziran’dan sonra da hepimizi getireceği kaçınılmaz nokta, hem istikrarsızlık hem adaletsizlik hem de vicdansızlıktır.

11 Nisan, 2011

"İki dudak demokrasisi" yazıları yazma mevsimi

Evet, 12 haziran seçimlerinin milletvekili adaylarının genel başkanlar/liderler ve ekipleri tarafından belirlendiği saatlerde basınımız "iki dudak demokrasisi"ne yeniden "geçici" büyük ilgisini göstermeye başladı. 4 yıl unutacağı bir sorunu hızla, "esprili" bir dille tüketiyor.

"Milli irade", diye diye "milletin iradesi" tüm siyasi parti genel merkezlerinde topluca katledilirken, herkes kimin aday olarak "atandığının" peşinde...

İki dudak demokrasisi arşivinde yakında bunları da bulacaksınız, bu bir ön duyuru olsun. Bir de tarihe lider oligarşisi konusunda bir not daha düşelim!

05 Nisan, 2011

Ön seçimin "öcü" olmadığı anlaşılıyor.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP'nin sembolik bir biçimde 29 ilde ön seçim (bütün üyeler oy kullanıyor) ve aday yoklaması (delegeler oy kullanıyor) biçiminde gerçekleştirdiği milletvekili adaylarını saptama yöntemi ile ilgili bir açıklama yaptı: "önemli bir başarıya imza attık, ortaya çıkan sonuç şu Türkiye değişim istiyor"


Evet, Türkiye değişim istiyor. 29 ilin dışındakilerde de eğer ön seçim yapsaydınız, Türkiye'nin ne kadar değişim istediğini daha çok görecektiniz, demek geliyor içimden Kemal Kılıçdaroğlu'na. Fakat bu bile uzun yıllardan sonra çok büyük bir başarı: Artık parlamentoda halkın aday gösterdiği ve seçtiği milletvekilleri olacak. Ve bu milletvekilleri umarım Türkiye'de gerçek demokrasinin önünü açacak, lider oligarşisinden bağımsız davranma iradesinin örneği, siyasi partiler yayası ve seçim yasasındaki değişiklerin dinamosu olacaklar. Kılıçdaroğlu büyük bir yol açtı, ancak başta AK Parti olmak üzere başka hiçbir parti buna "cesaret" edemedi, edemiyor. Temayül yoklaması, mülakat ile aday "elemesi" yapıyorlar. Kamuoyu araştırmasıyla ya da  bilgisayar üzerinden "görüş" alarak kendi partilisinin iradesinin üstüne ipotek koymayı sürdürüyorlar.


Kılıçdaroğlu'nun Anadolu Ajansı'ndan ön seçim ile ilgili sözleri: "“29 ilde bütün üyelerin katılımıyla ön seçim yaptık. Demokrasiyi, biz bu ülkeye getireceğiz, kararlıyız, parti içi demokrasiyi de getireceğiz onda da kararlıyız. Siyasi partiler yasasını değiştireceğiz. İlk 4 ay içinde Siyasi Ahlak Yasası’nı çıkaracağız. Artık bu ülkede demokrasi, özgürlük sorunu olmamalı. 29 ilde ön seçim yaparak, önemli bir başarıya imza attık, ortaya çıkan sonuçlar şu: Türkiye değişim istiyor. Bir ilimizde birinci ve ikinci sırada kadın milletvekili adayları çıktı ve ön seçimden bizim düşündüğümüzden daha fazla kadınlar çıktı, son derece mutluyuz.”


Bütün CHP milletvekilleri dökülürken (neden acaba?) ön seçimden galip çıkan tek milletvekilinin CHP Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir de Seçim Yasası’nın değiştirilerek, bütün partilere önseçimin mecbur hale getirilmesini istedi:  “Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nda yaptığım çalışmalar ve seçmenle diyaloğu kesmemem partililer tarafından takdir edildi. Seçmen takip ediyor; aktif mi, değil mi diye. İlin sorunlarını parlamentoya taşıyıp taşımadığına bakıyor. Demek ki, Sivaslı vatandaşların sesini Meclis’te duyurabilmişim, partili partisiz tercümanları olabilmişim.Bütün illerde önseçim olmalı. Bütün partiler yapmalı. Vatandaş kimlerin milletvekili olacağı konusunda doğrudan tercih kullanmalı” 


04 Nisan, 2011

İki dudak demokrasisi arşivine katkı - 4 -

Akif Beki'nin Radikal Gazetesi'nde 2 Nisan tarihinde yayımlanan köşe yazısı, Türkiye'de milletvekili adayı olanların özellikle "iktidar partisi"ndeki "seçim" aşamalarını içerden açık bir dille, gerçekten bir ibret vesikası olacak nitelikte aktarıyor. (İbret vesikası terimini bu aralar çok kullandığımın farkındayım, ama başka bir söz, deyim bulamıyorum.) Hele son cümleleri, birilerinin bizimle de, kendisiyle de nasıl dalga geçtiğini açıkça gösteriyor: "Demokrasilerde sandıkla gelen, sandıkla gidiyor nitekim." Beki, özellikle "parti-içi demokrasimizi" bu kadar deşifre ederken, hala sandık sözünü nasıl edebiliyor? Neredeyse herkes, her milletvekili (aday) adayı, lider ve ekibiyle gelip, lider ve ekibiyle giderken...


Buyrun her satırını dikkatle okuyun:




Seçim havaları niye gelmedi?




AK Parti, aday değerlendirmelerini son aşamaya kadar getirdi. Finale kalan bin kişilik liste, pazartesi günü dosyalarıyla birlikte Başbakan Erdoğan’a sunulacak. Seçim sath-ı mailine girdik güya, önümüz kampanya baharı. Siyaset kulisleri sıcak, ateş bacayı çoktan sardı aday adaylarında. Ama gündem durulmuyor bir türlü, sıra gelmiyor onların heyecanına ortak olmaya.
Medyayı ilk kez bu kadar mesafeli görüyorum. Gazeteler aday kulislerine ilgisiz, televizyon haberleri çekişmelere duyarsız. Siyasetin nabzını tutmuyor kimse, seçmenin ateşini ölçmüyor hiçbiri. Hararetli tartışmalar yaşanmıyor ekranlarda. Partiler kendi halinde liste yapmakla meşgul, medya oralı değil.
HSYK’nın sürprizlerle dolu kararnamesinden midir, savcı tayin terfilerinden mi; Ergenekon operasyonlarından mıdır; Libya’daki savaştan, Suriye’deki iç karışıklıktan mı? Yahut muhtemeldir ki galibi baştan belli bir yarış olmasından... Havasına giremiyoruz sürecin.
Neler oluyor parti genel merkezlerinde; kim gidiyor, kim kalıyor listelerde; ağır toplar, vitrinlik yeni isimler var mı; aday tercihlerine hangi ön mülahazalar etki ediyor? Doyurucu bir kulis haberi, adamakıllı bir değerlendirme yazısı okuyamadık hâlâ.
Aday adaylarının karnesini kilit altında tutuyor AK Parti. MHP ile CHP daha geriden geliyor. Benden bir ısındırma yazısı olsun, bakalım son havadis nedir?
Eleyenler ve elenenler
AK Parti kulislerine meraklı bir bekleyiş hâkim. Heyecan had safhada. Aday adayları ilk sınavlarını verdi, ama sonuçlar sır gibi saklanıyor.
Nihai listelerin Yüksek Seçim Kurulu’na teslim edileceği 11 Nisan akşamı saat 5’e kadar da adaylığa hak kazananlar açıklanmayacak. Akıbetinin ne olacağını henüz bilmiyor kimse. Sayıları 5 bin 500’ü bulan aday namzetlerinin uykusunu kaçıran da bu belirsizlik zaten.
Birinci kademe komisyonlarında ön eleme çarşamba günü tamamlandı. Eleğin üstünde kalan aday adayları şimdi ikinci bir süzgeçten geçiriliyor. Yarı final listesini çalışan üst komisyonlar için pazartesi son gün. Bu turu da aşan isimler, Başbakan Erdoğan başkanlığındaki nihai komisyona havale edilecek.
CHP ile MHP’de de ön eleme süreci devam ediyor. Adaylık müracaatı kabul edilenler, merkez yoklaması, bazı illerde ön seçim ve kısmi teşkilat yoklaması gibi karmaşık yöntemlere tabi tutuluyor.
AK Parti’de adaylık başvuruları 14 Mart’ta sona ermişti. Temayül yoklamalarından sonra, her birine bir genel başkan yardımcısının nezaret ettiği 12 alt komisyon, yüz yüze mülakatlara aldı adayları. Her komisyonda 3’er MKYK üyesi çalıştı.
Mesela 860 kişiyi bulan İstanbul listesi 130’lara düşürüldü. Ankara, 400 civarından 80’e kadar indirildi. Toplamda 5 bin 500 aday adayından yalnızca 1200’e yakını bir üst komisyona kalmayı başardı.
AK Parti’de yarı final
Yarı final aşaması perşembeden itibaren başladı. Bu kez her birine 2 genel başkan yardımcısının baktığı 6 komisyon yetkili. Onlar da yarı finalistleri yarı yarıya eledikten sonra, kalan 600 kişilik finalistler listesini en üst komisyona sevk edecek.
Nihai komisyona, bizzat Başbakan Erdoğan başkanlık ediyor. 6’sı sabit, 2’si değişken toplam 8 üye yer alıyor bu komisyonda. Bir alt komisyon aşamasından geçen 600 isme, mevcut 330 milletvekilinin de ilavesiyle, takriben 1000 kişi arasından son seçmeler burada yapılacak. Ve son gün geldiğinde, 550 kişinin adı formlara yazılarak sarı zarfa konup mühürlenecek.
Zarfın YSK’ya verildiği an, heyecanın tavan yapacağı andır. Herkes listelerde adını arayacak. Kimi yerini, kimi sırasını beğenmeyecek belki, ama 550 kişinin yüzü gülecek sonunda. 5 bin kişilik bakiye ise gergin haftaların ardından buruk ve derin bir iç çekerek rahatlamaya kavuşacak.
Ok yaydan çıktı; ne bu seferlik kaybedenler üzülsün ne de şımarsın geçici zafer kazananlar. Demokrasilerde sandıkla gelen, sandıkla gidiyor nitekim.
Radikal Gazetesi/02.04.2011

14 Mart, 2011

İki dudak demokrasisi arşivine katkı -3-

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 8 Mart tarihli TBMM Grup konuşmasında "iki dudak demokrasisi"nin AK Parti'de nasıl işlediğini anlatan önemli açıklamalar yaptı. Elbette , anlattıklarıyla aslında ne kadar parti-içi demokrasiyi uyguladıklarını vurgulamak istiyor.

Ve bazı "çevrelerden" söz ediyor, bu konuyu iki de bir de gündeme getiren. Aslında bu konuyu "kimse" gündeme getirmiyor, getiremiyor, neredeyse tek satır yazan , soran yok. Ama ben Başbakanı vicdanı konuşturuyor diye düşünüyorum. Çünkü en iyi o biliyor, iktidar partisinde "iki dudak demokrasisi"nin nasıl işlediğini ve en iyi de o anlatıyor. Okuyun:


"Burada bir şeyi ifade etmek istiyorum, sürekli tabi bazı çevreler bizim sistemimizi hala kavrayamadılar, anlayamadılar. İkide bir tek adamcılık, şu bu filan gibi şeyler söyler dururlar. Değerli arkadaşlar, bakın biz milletvekillerimizi, mevcut milletvekillerimizi temayül yoklamasına sokmuyoruz, il başkanlarımızı da sokmuyoruz. Ama bir temayül yoklaması yapacağız. Ve bu temayül yoklamamızı teşkilat bünyesindeki tüm arkadaşlarımızın kanaatini alarak il, ilçe, belde ta sandığa kadar onların kanaatlerini alarak temayül yoklamalarında bir netice elde edeceğiz. Fakat şunu bilmenizi istiyorum: Temayül yoklaması biz de belirleyici değildir. Çünkü buralarda bir kurumsal tutuculuk her zaman olabiliyor. Aksi taktirde kurumun dışına çıkmak mümkün olmayabiliyor. Temayül yoklamasında bir üst çalışma yapılacak ardından, ki bu temayül yoklamaları gerek Merkez Karar Yönetim Kurulu üyesi arkadaşlarım, gerek milletvekili arkadaşlarımızdan oluşan heyetlerin katılımıyla yapılacak illerde. Ve bunun ardından Genel Merkezde bir ikinci kademe değerlendirme bu gelen temayüller üzerine yapılacak. Onun üzerinden bir çalışma ara değerlendirme olarak üçüncü kademede tekrar yapılacak. Oradan da geçtikten sonra en son İcra Kurulu olarak bizim önümüze gelecek ve nihai kararı da orada biz arkadaşlarımızla müzakere ederek vereceğiz.
   Tabi bu arada bizler şu anda 81 vilayette mesela bir kamuoyu araştırması bitirdik. Yani önümüzde bizim bir röntgen var, ama ikinci bir röntgeni de çekeceğiz. Bu da tamamen bu çalışmaların dışında. Halkın kendi ilinde kimleri arzu ettiğini, talep ettiğini de öğreneceğiz. Olur ki bizim ufkumuza farklı zenginlikler katacak neticeler de çıkabilir. Buralarda da farklı şeyler olmuyor mu? Maalesef oluyor. Biz bunları da biliyoruz. Yani oralarda kamuoyu araştırmalarını yapan kişileri de baskı altına, etki altına almak isteyenleri filan da biliyoruz, bunların farkındayız. Ve bunların farkında olarak biz yine bu değerlendirmelerimizi yapıyoruz. Çünkü istifade edebileceğimiz oradan da bilgiler olacaktır. Yani burada bilim, teknolojinin bu alandaki tüm imkanlarını seferber ederek, kamuoyu araştırmaları, anketler yoluyla elbette o illerdeki kanaat önderlerinin, şehrin ileri gelenlerinin, teşkilatın, siz milletvekillerimizin görüşlerini de alarak listelerimizi şekillendireceğiz.
   Genel Merkezimizde bu program yapılırken bir taraftan da propaganda sürecinde kullanılacak malzemeyle ilgili çalışmalarını sürdürüyor, orada da çok ciddi adımlar atmış vaziyetteyiz. Ve yapıcı, ufuk, vizyon verici bir anlayışla milletin huzuruna çıkacağız. Bununla ilgili de şu anda seçim beyannamemize yönelik çalışmalar yine Medya Tanıtım Genel Başkan Yardımcımızın Başkanlığında bu çalışma yürütülüyor. Ve inşallah aday tespitlerini bitirdikten sonra da yapacağımız çok büyük bir inşallah toplantıyla seçim beyannamemizi açıklayacağız. Bu 2023 vizyonudur, bu Cumhuriyetimiz 100. kuruluş yılının inşallah nasıl bir Türkiye olacağının vizyonu olacaktır. Dediğim gibi bu listelerin içerisinde bayan arkadaşlarımızın sayısının daha da artmasına fırsat verecek imkanları teşkilatımın hazırlamasını istiyoruz. Aynı zamanda 25-30 yaş arası genç kardeşlerimizin bu listelerde yer almasına fırsat verecek zeminin de oluşmasını istiyoruz. Ve bu şekilde inşallah yeni döneme hazırlanalım istiyoruz. Milletimizden istikrar adına, güven adına, güçlü Türkiye adına, 2023 hedefleri adına bir 4 yıl daha biz yetki isteyeceğiz."

12 Şubat, 2011

İki dudak demokrasisi arşivine katkı - 2 -

Yazı 2 gün önce yayımlandı. Ben bir açıklama gelir diye aynı gün buraya taşımak istemedim. Kimseden bir itiraz yükselmedi, hatta tuhaf bir sessizlik var. Ama "iki dudak demokrasisi"nin CHP'yi hangi seviyeye getirdiğini, hem de seçim arifesinde gösterdiği için, önemli bir örnek olarak burada yer veriyorum. Her şeyi kontrol etme, egemen olma isteğinin, bir partiyi nerelere sürüklediğini, bir genel başkanın/liderin neler yapabildiğinin somut örneklerini taşıyor, Yalçın Doğan'ın yazısı:


CHP'de iç çekişme: Halk TV kapandı


ELEKTRİKLERİ kesiliyor, sekiz bin lira borç ödenmediği için. Daha doğrusu, CHP sekiz bin liralık faturayı ödemediği için.


2 Şubat 2011 günü, yani bir hafta önce bu nedenle Halk TV yayınına ara vermek zorunda kalıyor. Halk TV, CHP'nin yayın organı, CHP'nin televizyonu.
CHP kendi TV'sini neden kapatıyor, neden para vermiyor? Tam seçime giderken, kendisine ait bir TV'nin kapatılma gerekçesi ne?

CHP açısından tatsız bir konu. Bir aile içi anlaşmazlık. CHP'deki anlaşmazlık zincirinin buzdağının altında kalan kısımlarından biri.

BAYKAL'A AİT
Halk TV'nin hissedarları, eski dönemden kalma. Hissedarlar Deniz Baykal'ın yakınları.

Baykal genel başkanken, hisselerin başkalarına devrine izin vermiyor. Hisse başkasında olursa, “belki kontrol edemem” kaygısıyla.

CHP'de yönetim değişince, yeni yönetim Halk TV'nin hisselerinin devrini istiyor. Baykal bunu kabul etmiyor. Böylece, yeni yönetim ile eski yönetim arasına, kimsenin pek farkında olmadığı bir konuda kara kedi giriyor.

Ancak, bu hemen dün, önceki gün ortaya çıkan bir anlaşmazlık değil. Yaklaşık beş aydır sürüyor.

İKİ MİLYON LİRA BORÇ

Hisseler devredilmediği için, CHP'nin yeni yönetimi CHP'den Halk TV'ye ödenen paraları kesiyor. Örneğin:

1- Beş aydır çalışanlara beş kuruş ödenmiyor. 44 çalışan var, 44 kişinin beş ayda CHP'den ücreti karşılığında 300 bin lira alacağı birikmiş durumda.

2- Halk TV'nin Digitürk'e borcu var.

3- Ödenmeyen elektrik, su faturaları var.

Halk TV'nin toplam borcu iki milyon lira dolayında.

CHP musluğu kapatıyor, tek kuruş vermiyor.

Muhalefet yaptığı için reklam alamayan ya da reklam geliri inanılmaz düşük olan Halk TV, son darbeyi ödenmeyen elektrik faturası ile alıyor ve yayınına son vermek zorunda kalıyor.

TEK ÇARE BU MU

Eski yönetim ile yeni yönetim arasındaki inatlaşma CHP'ye pahalıya patlıyor.

1-Eski yönetim hisseleri yeni yönetime neden devretmiyor? Hisseleri hala elinde tutmaya hakkı var mı?

2-Yeni yönetimin bulabildiği tek çare TV'yi çalışanı, elektriği, suyu ile parasızlığa mı mahkum etmek?

3-Tam seçime giderken, kendine ait bir TV'yi kapattırmanın bindiği dalı kesmekten başka anlamı var mı?

4-”TV'ye çok para gidiyor” diye bir mantık varsa, seçime giderken, TV'den para kesmek ne kadar doğru?

Eski yönetim, yeni yönetim derken Halk TV, tipik bir parti içi çekişme nedeniyle kapanıyor.

Olan önce çalışanlara oluyor. Ücretlerini aylardır alamıyorlar.

Ayrıca, CHP kendine kendine, kendi propagandasına son vermiş oluyor.

Bu işin mantığını bulan varsa, beri gelsin.

Hürriyet Gazetesi/ 10.02.2011

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails