21 Haziran, 2008

Siyasal krizin kalıcı çözümü

Yaşadığımız derin siyasal krizin ve çözülme riskinin nedenlerini teşhis etmeden, bir sonuca ulaşamayız. Son iki yazıda bu nedenler üzerinde durdum. Şimdi teşhisi netleştirmek ve çözüm yolunu dile getirmek istiyorum.

Teşhis: “İki dudak demokrasisi”ne dönüşen bir ülkede, artık derin bir “devlet/yönetim” krizi yaşıyoruz. İç ve dış politikada ülke, her türlü “oyuna” karşı etkisiz, yarattığı sorunlara çözüm üretmekten aciz, hep aynı yüzler ve akıllarla çaresiz!

Çözüm: Türkiye, “siyaset yapma” kanallarını toplumun her bireyine eşit bir biçimde açmalı, tam anlamıyla “demokratikleştirmelidir”.Bu da yine “siyaset yapma” hakkının gerçek anlamda Anayasal güvence altına alınmasıyla mümkün. Bu güvence, bugün çok soyut ve uygulama alanı bulamamaktadır.Kısaca, Anayasa’daki siyasi partilerle ilgili hükümler içine “parti-içi demokrasiyi”, diğer bir deyişle “milletin iradesini” koruyacak maddeler koymazsak, “lider hegemonyası” en küçük demokratik açılımı bile hemen boğacak, Türkiye’nin değişme şansı olmayacaktır.O kadar olmayacak ki, TBMM yine milletin değil, liderlerin vekilleriyle dolacak, partiler, genel başkanların küçük krallıkları olmayı sürdürecek. Faklı ses, vizyon, program ve hedefler ancak lider ve ekibinin “anlama” kapasitesi kadar şans bulacak.

Siyasete katılmak, ülkesine hizmet etmek isteyen gençler, yetişkinler, kadınlar, bilim adamları, iş adamları ve diğer insanlarımız, “icazet” almadan siyasal alan içinde hayat bulamayacaklar. Ömür boyu siyaset yasaklı kalacaklar.

Siyaset yapılamayan Türkiye, sadece “politika yapanların” arenası olmayı sürdürecek.3-5 lider ve dar çevrelerine bırakılan özgür siyaset yapma hakkının, Türkiye’ye ve hepimize maliyetinin ne kadar ağır olduğunu, yaşanan kriz ile daha iyi görüyoruz.Partileri kendi “mülkiyeti” gibi kullanan lider ve ekiplerinin, siyaset üzerindeki “sivil” vesayetlerinin bize nasıl bir bedel ödettirdiğini, kaybettiğimiz yılları şimdi daha iyi görüyoruz.
Siyasete katılarak, aklını, fikrini, emeğini koyabilecek yüz binlerce insanımızın siyasete katılmalarını iki dudakları arasına indirgeyenler yüzünden kaybettiklerimizi de şimdi daha iyi görebiliriz.Mevcut düzen, siyaseti belli bir kesimin elinde adeta tekelleştiriyor. Her siyasi partiyi “lider partisine” dönüştürdüler. Bir kitle partisine girmek, üye olmak, orada parti-içi demokratik bir mücadele yapmak, farklı fikir ve program önerileri dile getirmek, bunları demokratik yollarla seçilmiş, delegeler veya parti üyeleriyle paylaşmak, imkansız.

Demokratik olmayan siyasi partilerin bir sonucu da, yargıyı, millet iradesiyle çatışan bir sürece mahkum etmesidir. Parti-içi mücadelenin demokratik bir biçimde yapılma kanallarını tıkayanlar, lider ve ekibinin “yanlışlarını” dile getirebilecek, mevcut uygulamalarını eleştirebilecek, politikaları ve partileri dönüştürebilecek bir yapının yerine, yargı organlarının kararlarının/iddianamelerinin almasına yol açmaktadır.

Bu durumun “hukuk devleti”ne verdiği zarar da çok açık.

Lider ve ekibi, partiye istediğini yapmakta, dikensiz bir gül bahçesinde partiyi “tepe tepe” kullanmakta, tutamadığı dilleri ile yüz binlerce üyesi olan bir partiyi “kapatılma” gerçeği ile yüz yüze getirebilmektedir.
Türkiye’de neredeyse bütün partiler, lider hegemonyası ile Anayasa’nın “demokrasi ilkesine aykırı eylemlerin odağı haline gelmiştir.”

Siyasi partilerde her şey, evet her şey, genel başkan ve ekiplerinin iki dudağı arasında. Üstelik bu dudakların özel bir ideolojisi, sağı ve solu yok!

Ayrıca her konuda “demokrasiyi” ağızlarından düşürmeyenler, Türkiye’ye baskı yapmak için bir araç gibi görenler de, lider hegemonyasına hiçbir şey söylememektedir. Dış güçler de Türkiye’de gerçek demokratik partiler “istememektedir.”

Ve nedense bu durum, medyanın güç odaklarını, Avrupa Birliği ve ABD’yi, entellektüelleri hiç rahatsız etmemekte, hatta “iki dudak demokrasisi” açıkca desteklenmektedir.

Türkiye’de yaşanan siyasi gerilimin çözülmesinin yolu, Türkiye’nin, Cumhuriyet’in gerçek teminatı olan halka, siyasi partilerde gerçekten demokratik siyasetin yolunu açmaktır. Mevcut durumu, kaçınılmaz bir kader gibi algılamaktan kurtulmak zorundayız.

Yoksa iktidar seçkinleri arasındaki bu bitmek bilmeyen güç mücadelesinin, kendi içlerinde ne kadar demokratik oldukları kuşkulu, STK oldukları tartışmalı kuruluşların muğlak “uzlaşma” çağrılarının, hukuku siyasallaştırma kavgasının, Türkiye’ye zaman ve kaynak israfından başka bir etkisi olmayacaktır.

Türkiye’yi yeni yüzler, yeni akıllar, yeni çözümler, yeni bir vizyonla, gerçek bir demokrasiye taşıyamazsak, klasik siyaset oyunları dışında bir şey üretemeyen lider partileri ve ekiplerinin elinde dibe vuracağız. Çözülme ve bölünme bir korku değil, gerçeğe dönüşecek.

Bu herkes için uzun erimli ve sancılı bir çözümdür. Ama çözümdür. Akıl ister, cesaret ister, vizyon, program ve emek ister. Ama en önce söyleyecek sözü olana, bu sözü söyleyebileceği, halka sunabileceği siyasi partiler ister.

Milli egemenliği, milli iradeyi yeniden halka vermek tek çözümdür, tek çaredir. Milli egemenliği, sadece bir duvar yazısı olmaktan çıkaramazsak, kayıtsız ve sartsız liderlerin iki dudağı arasından kurtaramazsak, hepimiz daha büyük bir krizin/duvarın altında kalacağız.

07.04.2008 / Onpunto

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails