21 Haziran, 2008

Krizin kaynağı lider kültü

Bugün yaşadığımız “devlet” krizi, siyasal çözülme için çok çeşitli nedenler sayılıyor. Ben ısrarla gözden kaçırılan, siyasi partiler rejimimizin (yasamızın) bizi bu büyük tıkanıklığa taşıyan en önemli araçlardan biri olduğunu düşünüyorum.

Partilerin işlemeyen antidemokratik yapısı, hukuksal anlamda esnek tüzük içeriği, lider kültüne (tapınma) angaje siyasal kültür, tarihsel, sosyolojik vb. nedenlerle açıklanan, artık değişmez bir gerçeğe dönüşen siyasal yapımızın, tüm ülkeyi ne kadar büyük bir darboğaza ve akıl tutulmasına sürüklediği bir türlü görülemiyor.

Temsili demokrasinin ve “seçilen” temsilcilerinin, liderler ve ekipleri tarafından adeta esir alındığını, siyasal sistemin küçük “krallıklar” kanalıyla yönetilmeye çalışılan birer garabete dönüştüğünü görmek için, daha ne olmasını bekliyoruz?

Yürekli bir savcının çıkıp, tüm siyasi partiler için kapatma davası açmasını mı?

Sadece demokrasiyi değil, siyaseti tüm kurum, kural ve koşullarıyla lider ve ekibi etrafında dönen, faturası millete kesilen “oligarşik” bir oyuna dönüştüren siyasi partiler rejimimiz, “meşruiyetini” yine değeri kendinden menkul biçimde yarattığı “ulufe” ve “patronajla” besliyor.

Her şeyi lidere indirgeyen, “varsa varız, yoksa yokuz” diyecek kadar, bir kitle partisinin bile program, tüzük, organ ve üyelerini yok sayanlar, varlık sebeplerini de (halka hizmet!) yok saydıklarını anlayamamaktadırlar.

Toplumsal farklılaşmalar, seslendikleri sınıfsal taban ve temel sorunlara kendi “ideolojik/pragmatik” yaklaşımlarının birer ürünü olması gereken siyasi partiler, farklılıklarını programları ve vaatleri üzerinden artık ayrıştıramayacak kadar birbirlerine benzerken, seçimlerde fark sadece, “lider” ve “karizması” algısına yüklenmektedir.

Partiler kadro değil, “ekibe” adam arayışındadır. Mevcut Siyasi Partiler Yasası, siyasi partileri katılımcı demokrasiyi geliştirecek birer araçtan çok, bireylerin (toplumun) “siyaset yapma hakkını/alanını” sınırlayan (ortadan kaldıran) kurumlara dönüştürmektedir.

Böyle bir ortamda siyasi partilerin kapatılmasını tartışmak, “hangi parti” sorusunu yanıtlamadan mümkün değildir. Her şeyi liderin iki dudağı arasına indirgeyen, demokrasimizi “iki dudak demokrasisi”ne dönüştüren, yurttaşına, üyesine güvenmeyen, ülkenin “vizyonunu” liderin (ekibin) bakış açısı ile sınırlayan bir siyasi partinin, belli yasal organları var diye bir “siyasi parti” olduğunu söylemek, ne kadar mümkündür?

Girdiğimiz sancılı süreçte, bu durumu gündeme getirmemin temel nedeni, AKP ve DTP’nin kapatılmaları tartışmalarını, siyasi partiler rejimimizdeki “gerçek ve temel” sorunu tekrar göz önüne getirmek için bir “fırsat” olarak değerlendirmektir.

Partiler kapatılmasın! Evet!

Kapatılmasın, dileğinin yanı sıra, “iki dudak demokrasisi”ni teşhis eden şu soruları mutlaka sormak zorundayız?

Gerçekten değişen, gelişen ve özgürlüklerin egemen olduğu demokratik bir ülke mi istiyorsunuz? Kadrolaşmada zirve yapan, kuvvetler ayrılığı prensibini yok ederek, yasama ve yürütmeyi tamamen kontrol eden, “kendine” demokrat olan, gerçek demokrasiden korkan “demokratlarla” yönetilmeyen, her şeyi “lidere” endekslemeyen bir ülke mi istiyorsunuz?

Bunun ne yaparsanız yapın tek bir yolu var: Gerçek sorunu ve bu sorunların uzun yıllardır çözülmeme nedenlerini doğru “teşhis” etmek… Lider kültünün, bize nelere mal olduğunu analiz edebilmek...

05.04.2008 / Onpunto

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails