26 Ağustos, 2007

Ne Coşkun ne de Erdoğan

Yine toplumu, “taraf olmaya” iten, taraf oldukça bertaraf olunan tartışmalar… Yine gereksiz bir polemik. Yine bizi buraya getiren ve yıllardır bulunduğumuz yerde saymamıza yol açan, asıl gerçekleri tartışmak yerine, boşa kürek çektiren tartışmalar…

Abdullah Gül, Bekir Coşkun’un Cumhurbaşkanı olmayacakmış, o “göbeğini kaşıyanların” Cumhurbaşkanı olacakmış. Vakti zamanı geldiğinde “kimi Cumhurbaşkanı yapalım, kimi yapalım” diye düşünen Başbakan ve 3-5 politik şahsiyetin “son anda” aklına gelen kişi cumhurbaşkanı olursa, bu kişi “Anayasa mahkemesi” başkanı olduğu için, “göbeğini kaşımayanların” Cumhurbaşkanı olabiliyor.

O kişi, Coşkun’un Cumhurbaşkanı olabiliyor. “Göbeğini kaşıyanların” oy verdiği parti %46 oy alıyor, onun içinden biri çıkıp Cumhurbaşkanı adayı oluyor, ama o “cumhurbaşkanı” olamıyor, neden? “Göbeğini kaşıyanlar”ın % 46 oy verdiği partiden, üstelik Türkiye’yi “karanlığa” götüreceği iddia edilenlerden olduğu için…

Bu çifte standartçılar yüzünden, halk sizin istediğiniz gibi oy kullanmazsa “göbeğini kaşır, sırıtır” sizin düşündüğünüz gibi kullanırsa “çocukları için aydınlık Türkiye isteyenler”den olur.

Ne zaman uyanacaksınız?

Ne zaman “kendine demokrasi” istemekten vazgeçeceksiniz?

Baylar, bayanlar, göbeği kaşınanlar, kaşınmayanlar bu ülkenin “iki dudak demokrasisi” olduğu gerçeğini görmeniz için daha neler yaşamamız, neler gerçekleşmesi gerekiyor?

Biri çıkar “kardeşini” Cumhurbaşkanı yapar, biri çıkar “aklına geleni-önerileni” kendisinin bile seçilmeden bir hafta önce Cumhurbaşkanı olup olmayacağını bilmeyen bir hukukçuyu, generali ve benzerini…

“Göbeğini kaşımayanlar Cumhuriyeti”nde yaşadığını zanneden ve her zaman her şeyin en iyisi ve doğrusunu bilen zevat, bu durumdan hiçbir zaman bir rahatsızlık duymaz. Ara sıra, “partilerde lider oligarşisi, parti içi demokrasi de yok ama” diye yazılar döşenir. Bunu yeterli sayar. Ama yıllardır, her seçimde ülkenin geleceğini, iktidarını, muhalefetini, cumhurbaşkanını 3-5 liderin iki dudağı arasına hapsettiği gerçeğini görmezden gelir.

Ve sonunda iktidar seçkinlerinin bir parçası gibi kendi köşesinden, kendi yarattığı ve aslında sadece “kağıttan kaplan” olanlarla dövüşür, “kahraman olur”. Önce bu “kahramanlardan” kurtulmamız gerekiyor…

Baylar bayanlar, bir rüyaya dalmış bir türlü uyanmayanlar:

Ülkemizdeki “sivil” anayasanın da, cumhurbaşkanı seçimin de “demokratik” olma şansı yoktur. Bu polemiklerde bizi taraf olmaya itenlerin de böyle bir derdi hiç yoktur.

Siyasi partiler demokratikleşmediği sürece, liderlerin iki dudağı arasına şıkıştırılan milletin iradesi, parlamentoda 550 lider vekiline dönüştürülmekten kurtarılmadığı sürece hiçbir şey değişmeyecektir. Herkes adeta “atanarak” seçilmeye devam edecektir.

Türkiye’nin derin bir “demokrasi” sorunu vardır. Ve demokrasimiz sadece askeri ve bürokratik bir vesayet değil, aynı zamanda “sivil” vesayet altındadır.

Bu tartışmadaki en büyük talihsizliğimiz, bu çok okunur köşe yazarı gibi “kendine demokratlarla”, yurttaşlık hakkının yaşama hakkı kadar kutsal olduğunu, ne düşünürse düşünsün kimseye düşüncelerinden ötürü “vatandaşlıktan çık” çağrısı yapılamayacağını “bilmeyen” bir başbakan arasında, sanki tercih yapmak zorundaymışız gibi bir ortamın oluşmasıdır.

Umarım Türk halkı bir gün, göbeği kaşınan-kaşınmayan, yurttaşlık hakkını yok sayanlar gibi “cambaza bak” diyerek asıl tartışma sahamızı yok edenleri, teşhir ve teşhis edecektir: Bu yapay tartışma ortamında “iki dudak demokrasimizin” yol açtığı sorunların temelinde yer alan “zihniyet” problemlerimizi de…

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails