05 Temmuz, 2010

Vesayet, demokrasimiz kadar zihinlere de hakim!

Zihinlere hakim olan “vesayet” kalkmadan, Türkiye’de “vesayet ve demokrasi” ilişkisi üzerine konuşmanın, anlaşmanın ne kadar güç olduğu bir kez daha görüldü. Yıllardır vesayet tartışmalarında ısrarla görmezden gelinen, demokrasimiz üzerindeki “lider sultasının” oluşturduğu vesayet, yine “daha önemli” vesayet(ler) karşısında görmezden gelindi. Yokmuş, o bir “vesayet” değilmiş gibi yapıldı.

Bu ay Abant Platformu 22. toplantısını Türkiye’nin en temel sorunlarından biri konusunda gerçekleştirdi: Vesayet ve Demokrasi. Toplantının sonuç bildirisinden demokrasimiz üzerindeki vesayetin birçok açıdan ele alındığını görmek mümkün. Biri hariç, genel başkan ve ekiplerinin siyasal sistem, TBMM ve partileri üzerindeki vesayeti.

Bu konuyu açık bir biçimde ele almama ya da sonuç bildirgelerine yansıtmama ısrarını anlamak gerçekten çok zor. 60 yıl önceki Tek Parti ideolojisinden, etkilerinden, sonuçlarından bildiride bahsedenlerin, 2010 yılındaki neredeyse iktidarı ve muhalefetiyle bütün siyasal partilere egemen olan “tek adam” düzeninden ve sonuçlarından tek satırla bahsetmemelerini anlamak mümkün değil.

Bildirinizde Vesayet sadece anayasal hukuki düzeyde kurumsal olarak karşımıza çıkan bir demokrasi engeli olmayıp aynı zamanda bir siyasi kültür temelli zihniyet kalıbı niteliğindedir. “ diyeceksiniz… Bununla yetinmeyip, Vesayetin gündelik hayata sirayet eden ve rutinleşen zihniyeti karşısında insan yetiştirme düzenimiz yeniden ele alınmalı, mevcut müfredat her türlü vesayetçiliğe karşı duyarlılık geliştirilmesi yönünde düzenlenmelidir.diyeceksiniz…



Hatta, Demokratik siyasi hayat ile bağdaşması mümkün olmayan vesayetçiliğin toplumsal taşıyıcısı niteliğinde görünen ve toplumun ekonomik ve kültürel bakımdan üst katmanlarında yer alan aktörlerin sivil toplum ve medya üzerinden vesayet düzenine temin ettiği destek demokratikleşmemizi engellemektedir. “ de diyeceksiniz.

Ama bu saptamaları yapan,  toplumun ekonomik ve kültürel bakımdan üst katmanlarında yer alan aktörler olarak, Askeri bürokrasinin Anayasa Mahkemesi’nin AB sürecinin vesayetle ilişkisine açık bir biçimde değinecek, en az onlar kadar somut ve etkili “lider sultası” üzerine tek bir söz etmeyeceksiniz.

Çok geçmişe gitmeyin, sadece TBMM’de Anayasa değişiklikleri ile ilgili son gizli oylamada yaşananlar da mı kimsenin aklına gelmedi? Türkiye’de “milli irade” arayanların, gerçek demokratik bir Anayasa isteyenlerin Meclis’i sadakat ve itaatten müteşekkil bir yapı olmaktan çıkarıp, kendi iradesiyle “cesaretle” hareket edebilen yurttaşlar Meclisine dönüştürecek ne yapabiliriz, diye bir önerileri de olması gerekmez miydi?

Haklı olarak “Savunma, güvenlik ve istihbarat konularında sivil kesim ile askeri kesim arasındaki bilgi asimetrisi demokratik denetim lehine dengelenmelidir.diyen bir bildirinin, milletvekillerimizi birer “gizli oy milletvekiline” dönüştüren, milletvekillerinin iradelerine aday oldukları ilk gün konan ipotekle de ilgili açık açık birkaç söz etmeleri gerekmez miydi?

Her şeyin ilacı “demokratik anayasa”, herkes hem fikir. Ancak bu “demokratik” sıfatını anayasaya giydirebilmek sanırım beklendiği kadar kolay olmayacak, zihinlere egemen olan bu “vesayet kültürü” (korku) çözülmeden ciddi bir adım atma şansımız yok.

Aslında anlaşılmayacak da bir şey yok: Vesayet, sadece askeri, bürokratik devlet aygıtına sızmış değil, “sivil” zihinleri de, zihniyeti de esir almış görünüyor. Lider sultasını (oligarşisini) da çözmeden o bildiride bahsedilen hiçbir şey için değil adım atmak, siyasi partilerde gündeme getirmenin bile mümkün olmadığını bilenlerin hangi saiklerle hareket ettikleri, hangi hayal aleminde gezindiklerini, artık bu konuda zihinlere sinmiş olan “korkuyla” açıklamaktan başka şans kalmıyor.
Bütün iyi niyetli çabalar da “otoriteyi” eleştirirken bile taklit eden öneriler manzumelerine dönüşüyor.

“Vesayet ve demokrasi” konusunda bir toplantı düzenleyeceksiniz, sonuç bildirgesini 2 saat tartışacaksınız ve etkileri bu ülkenin siyasal sisteminin her köşesine en az askeri-bürokratik vesayet kadar sızmış olan “lider sultasından”, siyasal partiler düzeninden 16 madde içinde tek satırla bile bahsetmeyeceksiniz. Bu durum, hangi “vesayetin” ürünüdür?

Ancak Mart 2010 tarihinde TÜSİAD’ın bir dergi kapağı fotoğrafı ve basın toplantısı ile gündeme taşıdığı (taşıyabildiği) 6-7 köşe yazarı-gazeteci dışında neredeyse herkesin görmezden geldiği, “tartışamadığı”, hiçbir siyasi parti liderine sor(a)madığı lider sultasını, en az TÜSİAD kadar cesaret edip bildirilerinin bir maddesine bile açık açık yazamayanlar, “vesayet ve demokrasi” konusunda bir açıklama yaptıkları zaman ne kadar inandırıcı olabilir, cidden merak ediyorum.

Askeri/bürokratik vesayetten beslenenler, liderlerin sultasına indirgenmiş, siyaset yapmayı belli kişi ve zümrelere boyun eğmeye dönüştürmüş bu yapı ile kol kola, Türkiye'nin yıllardır gerçek bir "demokrasi"ye kavuşmasını engelliyorlar. Üstelik iktidarda veya muhalefette olsun, tüm siyasi partilerin içinde yer aldığı değişmez bir suskunluk sarmalı bu.  Anayasa'nın, mevcut yasal düzenlemelerin bile engel olamadığı "iki dudak demokrasisi" kırılmadan, "aydın" kitledeki "vesayet" algısı bu yönde bir dönüşüm geçirmeden, Türkiye'nin temsili bir demokrasi olarak nitelendirilmesi ve demokratik bir Anayasa yapması olanaksız. Anlaşılıyor ki bu ülkede demokrasi mücadelesi, önce bu ülkenin aydınlarının /elitlerinin beyinlerindeki “vesayeti” sorgulamayı başardıkları, cesur olmanın en az iyi fikirlere sahip olmak kadar önemli olduğunu kavradıkları gün bir merhale kat edecek.

Abant toplantısının sonuç bildirisinde şöyle bir saptama daha var: “Toplumu kutuplaştıran bu vesayetçi düzen ve onun ürünü olan diyalog ve empati yoksunluğunun yol açtığı sorunlar, ancak geniş, çoğulcu ve katılımcı usullerle yapılacak yeni bir sivil ve demokratik anayasa düzeniyle aşılabilir. Böyle bir anayasanın Türkiye toplumunu meydana getiren ve statükoyla sorunları olan kesimlerin ortak bir dil, vicdan ve akıl geliştirmeleriyle mümkün olacağı açıktır.” 

Doğru söze ne denir?


Bu makale 05.07.2010 tarihli Taraf Gazetesi'nde yayımlanmıştır: Tıklayın!

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Kaç kişi, kendine aydın diyen bu iki yüzlülüğün farkında, sırf bu yüzden bu ülke vesayetten ve ondan beslenenlerden kurtulamadı. Az bile yazmışsınız. Fatma Keskinoğlu

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails