27 Aralık, 2013

"Babasının çiftliği" ve "Bizim Anayasa Mahkemesi"

Türkiye'nin büyük bir "devlet krizi" yaşadığı bir dönemden geçiyoruz. Hani "hiç böylesi olmamıştı" derler ya tam da o cinsten bir kriz. Devletin içinde uzun zamandır olduğu iddia edilen bir "cemaat/hizmet" yapılanmasıyla bunu kendisi için uzun süre "elverişli bir araç" gibi gören iktidar partisi, daha doğrusu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasında bir çatışma yaşanıyor. Çatışmayı besleyen uluslararası odakları ve etkilerini henüz bilemiyoruz.

Çatışma, devletin içinde olduğu iddia edilen ve iktidar tarafından "çeteler" olarak nitelenen yapının, "yargı ve polisi" susturmak istediği kişi ve kurumlara karşı bir "sopaya" indirgediği gibi bir görüntü içinde "hukuk devletine" ağır hasarlar vererek sürüyor.

Şu anda 3 bakanın istifası ve büyük bir kabine değişikliğine yol açan "yolsuzluk" soruşturması, gözaltı ve içlerinde bakan çocuklarının yer aldığı tutuklamalar, Başbakan'ın oğluna ulaşan yeni iddia ve göz altı talepleri ile gittikçe büyüyen bir krize dönüşmüş durumda.

İktidarın, bu "çete" ile mücadele ediyorum diyerek hem polis hem de yargı üzerinde gerçekleştirdiği operasyonlar ve baskı çabaları yargı içinde ciddi bir çatlama ve tartışma yaratırken, bir yandan da iktidar partisi içinde itirazlar yükselmesine yol açmış durumda.

Bu itirazlar seçim öncesinde şimdilik "cılız" bir nitelik arz etse de asıl fırtınanın ne zaman kopacağı ciddi bir belirsizlik taşıyor. Bu arada AK Parti'den kopmalar yaşanıyor. Bu kopmalardan bir tanesi "iki dudak demokrasisi"nin nasıl doğal bir biçimde tüm yapıya nüfuz ettiğini göstermesi açısından oldukça ilginçti. 

AKP İzmir Milletvekili Erdal Kalkan istifa ederken bir açıklama yaptı:

"Ben bu partiye askeri müdahale döneminde girdim. Sn.Erdoğan'dan önce tavır koydum. Siyasi partiler demokratik rejimin vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi partiler kimsenin babasının çiftliği değildir. Hele Sn Tayyip Erdoğan'ın değil, onlar milyonlarca insanın yarattığı sosyal varlıklardır. Hükümet ve iktidar ve parti disiplini yolsuzlukları, hırsızlıkları, soygunu engellemek için vardır. Bu iş burada bitmez."


Bu açıklamanın "siyasi partiler kimsenin babasının çiftliği değildir" bölümü, bu çiftliğin itirafı niteliğinde. Çünkü Anayasadan ödünç alınan "Siyasi partiler demokratik rejimin vazgeçilmez unsurlarıdır." ifadesi bu ülkede 30 yıldır geçerli değildir. Siyasi partiler bu ülkede demokratik rejimin uzun yıllardır vazgeçilmiş ögeleridir.

Sayın milletvekilinin "listeye atanırken" değil, bunu bir kriz anında hatırlamış olması da yeterince manidardır.

Bizim Anayasa Mahkemesi!
Bu kriz koparken, Vatan Gazetesi'nden Murat Çelik bir köşe yazısı yazdı ve HDP (Halkların Demokratik Partisi) İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’e ait olduğunu söylediği, AK Parti'de milletvekillerinin 3 dönem seçilebilmesi hususunda sohbet ederken yaptığı bir "espriyi" dile getirdi:
“Bizim Anayasa Mahkemesi, malum, İmralı’da. O ne derse o olur. Oradan aksi bir karar çıkmadığı sürece 2 dönem sınırlaması devam ediyor.”


Dillerinden "demokrasi"yi düşürmeyenlerin, özgürlük, eşitlik diyenlerin, halkın iradesi diyenlerin, iradeyi tamamen nereye bıraktıklarını gösteren ilginç bir "espri" olduğu için atlanmaması gerektiğini düşünüyorum.

İki dudak demokrasisi bu ülkedeki asıl vesayettir. Demokrasimiz üzerindeki "sivil vesayet"tir. "Sivil vesayet" kavramına oksimoron diyenlerin dilinden şimdi "sivil vesayet" kavramı düşmüyor, hafızasızlık/tutarsızlık adeta kural oldu. Bu vesayetlerin en büyüğüdür, içine sürüklendiğimiz kuvvetler ayrılığı krizinin, siyasal çözülmenin, çeteleşmenin ve çürümenin en büyük sebeplerinden biridir.

Israrla görmezden gelmeyi sürdürdükçe, dibe vuracağız!

02 Aralık, 2013

Milletvekili İdris Bal: "ben sizi vekil yaptım, o zaman siz de nankörlük yapmayacaksınız"

AK Parti’den önceki gün istifa eden Kütahya Milletvekii İdris Bal, AK Parti'de hem parti içi demokrasiyi hem de milletvekillerinin nasıl bir muameleye tabi olduğunu ilginç ifadelerle ortaya koydu.


Bu tür "itiraflar"/"eleştiriler" hep istifa ettikten sonra dile getiriliyor. Bu ifadeler dile getirenlerin "itibarı" konusunda ciddi sorunlar yaratıyor, ancak diğer yandan tüm milletvekillerinin nasıl bir "cendere" içinde tutulduklarını görmemizi de sağlıyor.

Türkiye'nin nasıl bir "iki dudak demokrasisi" olduğuna bir kez daha tanıklık etmek için, Bal'ın Taraf Gazetesi'ne bugün verdiği röportajdan ilginç bölümler aşağıda yer alıyor:

Taraf Gazetesi'nden Hayko Bağdat soruyor:

Parti içinde demokratik kanallar işliyor mu?
Ben soruyorum, içeride hangi yapı var bunu konuşabileceğimiz? Grup toplantılarına gelenler bilir orada bir istişare mekanizması olmaz. Onun dışında bazen Bakanlar bir bilgi verirler ama Sayın Başbakan ile karşılıklı soru cevap istişaresi orada hiçbir zaman olmadı. Eski dönemlerde oluyormuş ama bu dönemde buna hiç şahit olmadım. Perdenin önüyle arkası farklıdır. Perdenin önünde hakikaten halktan, halkın içinde olan, mütevazı bir tablo çizilirken perdenin arkasına geçtiğiniz zaman erişilmesi zor, ulaşılması zor, görüşülmesi zor bir realiteyle karşılaşıyorsunuz. Ben mesela bu raporlarımla beraber kaygılarımı paylaşmak için Başbakan’dan defalarca randevu istedim ama randevu alamadım. Bu da bir hayalkırıklığı tabii.


MEDYAYA talimat verilerek susturulduğunuzu iddia ettiniz. Talimatı kim verdi? Bu sistem nasıl işliyor?

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu böyle bir iddiada bulunsaydı “muhalefet söylemi” der inanmazdım. Bakınız ben milletvekili olduğum için medyada görüşüne başvurulan bir kişi değilim. 12-13 senedir medyayla çok ciddi yakınlığım var. Bana medyaya çıkmam konusunda partimden değişik zamanlarda açıkçası ikna odası gibi baskılar oldu. Ben irademe ipotek koydurmadım. İlk Gezi olaylarından sonra sansür başladı. Haftada iki-üç davet alırken bu durum bıçak gibi kesildi. Mesela aynı gün davet edildiğim NTV, Habertürk kanalları gün içinde davetlerini iptal ettiler. Keza Beyaz TV de iptal etti. Benim medyada dostlarım olduğu için haberini aldım. “Vekilim, değerli hocam seninle alakalı talimat var bilesin. Bu talimat üst düzeyden” dediler bana. Gelinen noktada diyebilirim ki burada açıkçası siyaset mantığı “ben sizi vekil yaptım ve o zaman siz de itaat edeceksiniz, uyumlu davranacaksınız, nankörlük yapmayacaksınız, Meclis’e gelip oyunuzu kullanacaksınız, sonra seçim bölgenize gideceksiniz, halkın tepkisini alacaksınız sünger gibi emeceksiniz, biz de yönetimimizi yapacağız rahat bir şekilde. Düşünülecekse biz düşünürüz, konuşulacaksa biz konuşuruz” dur. Tabiri caizse bir askerî mantıkla insanların sıfırlanması gibi bir muamele ediyorlar.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails